27 Haziran 2015 Cumartesi

yarım kalan!






belki gündelik zorunluluklara,
ahlaki hırpalayışlara hiç mi hiç aldırmadım;
ama
kurduğum her cümle bir sorumluluktu,
kırdığım her cümle de!

değer bildiğim,
denemek
koşmak
ve
yeniden denemekti.


"zaten bitti"
deseydim,

kuru
ve soluksuz
bir ovayı
yalnızlık
sanardım!


"Sabır ihsan eyle" denildiğinde, "İhsan kim?" sorusu gibi alıngan, anlamı tersinden okuyup, vurguyu kaçıran;


Kuralların su kaçırabildiği dağınık ve kalabalık bir aileydik belki ama ışığıyla bilikte çalan bahçe kapımıza kim geldi diye bakarken bile, perde arkasını gözetebilecek bir naifliği edinebilmiştik, kelime anlamını tam karşılamasa bile! Elbet sevemediğimiz misafirlerimiz de olurdu. Bedia teyze! Yalnızlığını cebinde gezdirdiği cetvelle ölçüp, öğütleriyle birlikte avuçlarımıza vuran!

-  "Sessiz olun acık!"

Yahu önün ardın sessizlikti be kadın, bıraksaydın da içeriye biraz insan girseydi!...

"Gelene git denmez kuzum" diyen babaannem hatırına ne kadar planladık sa da, kendi gibi sabit topuklularının içine o yumurtaları koyamadık! Edepsizliğimiz bir düş menzili kadardı.
Davet edildiğim her evin kapısında bir adım soluklandım. Kapı girişleri Derrida'nın üzerini çizdiği eşikler gibi geldi hep bana! Elit bir burnu büyüklükten değil, bana hep ölümü hatırlattığından kapı önünde ayakkabı çıkarmayı hiç sevmedim mesela! Ama eşiğinde ne yazıyorsa, gerektiğince çıkardım. Bacaklarım uyuşurdu da bağdaş kuramazdım; biraz uyuşuversindi çarpuk çurpuk da olsa kurdum!

Çok bahçeye daldım belki ama, ağacın dallarına hep narin davranmaya çalıştım. Nezaketen değil, insanların bilmediğim beri öykülerini ağaç dallarına benzettiğimden. Sundukları meyvelere uzanırken hoyratlıktan kaçındım, cimri olanından yokluğuna dek... Bir fidanı tutturmak, kireçle ipin sınavı gibi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder