10 Ağustos 2015 Pazartesi

KİBİR



Kİ-BİR;
"Ben hiç pişman olmadım" sözünüzü
öyle bir parçalar ki,
yüzünüz,
diresek kıvamı çarpar bir köşeye! 
Dönüp de seslenişiniz,
sizin için önünüzden kayıp, 
kaçan giden tren gibiyken,
ardınızdaki için, yalnızca beklediği bir tük-rük!tür...



not: çünkü güç istenci denende çarpışmak zor!... Pişmanlık da belki bu zorluğun adıdır... bilmem

12 Temmuz 2015 Pazar

bu






"Olması Gereken Buydu"




Mantıksal terbiyenden kopya çekerken ezberime takılan,
bir iç çekiş,
en çok da beş çayı vakitlerinde
yoklayan,
kokun mevsimi bitimi
yastık kılıfında kanayan,
sonra,
sonra işte
hatırlanmadıkça yaşanmayanmış
pişmanlık,
senden öğrendiğimi ısırtıp
anımsatan,
acı
bir
şeytan tırnağı
özlemin...


( kitabın adını buldum!: şeytan tırnağı!)..





1 Temmuz 2015 Çarşamba

temmuz




bir oluk susuş
tarih,
yangın yeri
şimdi,
delileri
gömdüler,
delilleri
yakarak!

hatırlayan olmadığında, yaşanmış olan var olabilir mi? diye sormuştu bana,
o unutmayı seçti!

bir oluk susuş
tarih,
çocuktum ben,
şiirleri,
türküleri,
ağıtları
ah'ları
gömdüler!


bir tanrı varsa,
topraktır mecali bende!
toprak
hatırlar!


biz
unutursak
kalbimiz
kurusun!

29 Haziran 2015 Pazartesi

go!...






- Abi bi ego alabilir miyim?

* Hangisinden olsun? Süper mi? İd mi? Hangisinden_?...



***

Kendi kendine konuşan insanları severim, zira ben de sıklıkla kendimle dalaşarak konuşurum! Bazen karşıma çekip fırça kayarım, bazen de "yürü kim tutar seni!"...

Ama şimdi kalınca bir çizgi çekmeli ki burada, tüm incelikleri Medusa'nın çarptığı cinsten:

Başa çıkamadığınız kendi sesinizi, benim duvarıma yansıtmayınız! O cümleler değildir benim kapım, adresi yanlış anlamışsınız! Aralara serpiştirdiğiniz gülümseyişlerde, sararan güller değil, gülüşünüz oluyor! Bir adayı sular yutuyor! Kozalaklar soluyor! Biraz da övgü diye karmaya çalıştığınız, gereksiz ve isteksizce bocalanmış tarçın gibi! Bilir misiniz tarçının terazisini? Öyle işte...
öyle şaşkın!

- "Alma! " Evlerimizde çürüdü egolarımız!

Öfkelenecek onca şey varken, bırak yaratıcılığınız oralara sürüklensin! İğnesi yüksüksüz bir zamanda, parmaklarımız nasırları kucaklasın, yaraları eşelemek yerine!


*** İnsan neden kendi hazmedemediğini diğerine kusar?

O kalın çizginin taşıyım şimdi,
sabırdan geçmek için çabanın hacmi gerekir!!
Suskunluk burada,  boğaza yapışan bir posadır!
Yeterince öksürülürse geçer!
Adresi yanlış anlamışsınız,
sırtın kuytusu bir dokunuş,
yüksek bir soluğa yüksük
gibi,
su olur,
solmaz nasırlar... /..









27 Haziran 2015 Cumartesi

..






Bir virgülün kulağını çektin
ve
yittim

yarım kalan!






belki gündelik zorunluluklara,
ahlaki hırpalayışlara hiç mi hiç aldırmadım;
ama
kurduğum her cümle bir sorumluluktu,
kırdığım her cümle de!

değer bildiğim,
denemek
koşmak
ve
yeniden denemekti.


"zaten bitti"
deseydim,

kuru
ve soluksuz
bir ovayı
yalnızlık
sanardım!


"Sabır ihsan eyle" denildiğinde, "İhsan kim?" sorusu gibi alıngan, anlamı tersinden okuyup, vurguyu kaçıran;


Kuralların su kaçırabildiği dağınık ve kalabalık bir aileydik belki ama ışığıyla bilikte çalan bahçe kapımıza kim geldi diye bakarken bile, perde arkasını gözetebilecek bir naifliği edinebilmiştik, kelime anlamını tam karşılamasa bile! Elbet sevemediğimiz misafirlerimiz de olurdu. Bedia teyze! Yalnızlığını cebinde gezdirdiği cetvelle ölçüp, öğütleriyle birlikte avuçlarımıza vuran!

-  "Sessiz olun acık!"

Yahu önün ardın sessizlikti be kadın, bıraksaydın da içeriye biraz insan girseydi!...

"Gelene git denmez kuzum" diyen babaannem hatırına ne kadar planladık sa da, kendi gibi sabit topuklularının içine o yumurtaları koyamadık! Edepsizliğimiz bir düş menzili kadardı.
Davet edildiğim her evin kapısında bir adım soluklandım. Kapı girişleri Derrida'nın üzerini çizdiği eşikler gibi geldi hep bana! Elit bir burnu büyüklükten değil, bana hep ölümü hatırlattığından kapı önünde ayakkabı çıkarmayı hiç sevmedim mesela! Ama eşiğinde ne yazıyorsa, gerektiğince çıkardım. Bacaklarım uyuşurdu da bağdaş kuramazdım; biraz uyuşuversindi çarpuk çurpuk da olsa kurdum!

Çok bahçeye daldım belki ama, ağacın dallarına hep narin davranmaya çalıştım. Nezaketen değil, insanların bilmediğim beri öykülerini ağaç dallarına benzettiğimden. Sundukları meyvelere uzanırken hoyratlıktan kaçındım, cimri olanından yokluğuna dek... Bir fidanı tutturmak, kireçle ipin sınavı gibi.




29 Mayıs 2015 Cuma

düş





adını bilmediğim o kırmızı
ağaç gibi,

uzak
daha
uzak,

nadir
uykumdan
düşer gibi,

adım
be
adım,

bütün renklerin
üzerine
matem serer
gibi,

ses (s)
-iz
i,
paçandan
siler gibi
uzak,
ardın.

sırtın
kokusu
düş-
(müy)
dü. (..)











12 Mayıs 2015 Salı

nasıl atlattınız_?




* duvarları ezberlemekten vazgeçtim! çünkü zaman, var-yok arası düzlem, ya yok olmamı ya da istençle sarılmamı hak ediyordu!...

nasıl atlattınız_?




" - Nasıl atlattınız?"

* Karanlıktan değil, geceden korkuyordum. Pencere önüne dayadığım yatak ucuma rast gelmezdi bazen ay ışığı; o, odama getirip astı! " Belki aslı değil ama suretini de aslı kılarsın sen" dedi... Nasıl? Bu odada uyudum. Yalnız.. Saymadığım günlerin bir vaktinde, çivinin izini yokladım, izi saydım..."

7 Mayıs 2015 Perşembe

!



bana başkasına okuduğun
dizeleri emanet
"etme!"


d-ip!





duvarın dibinde
kısır
bir kayadan
hazırım
nefes
olmaya!

ama,
tutamadımsa
hiç,
unutmazdın
oysa
sen,
okuduğun
kaçmaya
hep meyilli
bir
unutuşsa,
bırak
...

6 Mayıs 2015 Çarşamba

çaput-diken...






kırmızı bir çaputtur
düşümün ucu yırtıldı,
"olsun" da diyemedim ... / ...

yarıyı geçmiş, ismi konmamış bir kitabın devam edecek cümlesi...





makası,
göz hesabı dümdüz kumaşı yalamaya çalışan bir elin titreğiydim ben.

-ma





yalnızlığa övgü düzen
şiirlerden
düşenler,

düşlerimizden
çekiştirmeniz niyedir?

kırgınlığınızı
paket yaptırırken
unutmayın
ki,
herkes
kırgın
ense kökünden!
her
kulak zarı biraz
yırtık,
her parmak
buruk,
her
dudak
derin
gizli
yırtık!

gülümserken
unutmanız
niyedir?

oysa
kendindir kaçırdığın
kaçındığın en çok
da
bir ağaç
sandığının da
kökü
biraz
kırgındır!


* - nasıl dayandın?

a: - öykünün acısına dolanırsan, duyduğun tek ses kendininki olur! dayanmadım! saydım... öyküleri saydım!








5 Mayıs 2015 Salı

yarım





yarımdı,

şimdi
o
geceyi
eksilterek
gülümsüyorsun

27 Nisan 2015 Pazartesi

yakında!... : ) / sözü verilmiş ve yarısı arşınlanmış kitaptan...(2)






Kurduğu ilk cümleler sevişmekten geçiyordu Cemre'nin!

Sormadım hiç, o da hiç anlatmadı. Dostlar ona "güçlü kadınsın vesselam" dediklerinde, elindeki rakı kadehine inat ekşirdi yüzü hep, eksilen bardakların sularını tam eder, yatmaya giderdi. Uyumazdı, bilirdim... "Bedeli neyse öderim" dediğince, hacı efendinin apartman dairesindeki o odanın duvarlarına karalardı. Okuyamazdım, şifrelerdi çünkü. Kimi zaman ucu kaçan mecazlarla, kimi zaman da çizdikleriyle.

"Bana bir oda verirsen seninle yaşayabilirim" demesi bundandı ve ben bunu çok sonra anladım.
ben de ona "sen çok güçlü bir kadınsın" diyerek sarılan, sonra da buna sığınıp -sığınmak en büyük riya imiş meğer yaşama karşı-, onu ilk terkedenlerdendim! O, "terk etmek" demezdi buna, okkalı bir cümle kurar ve gülümserdi. İnsan evladının yetiştirilme sürecindeki o en hassas belletilen halkaya, gurur farz edilene vur-kaç yapardı. Kaçtığı, yiyeceği laf, tokat ya da gidiş olmazdı ki o insanları önce ellerinden sonra da sırt kıvrımından tanırdı... Kaçtığı, tokuşturduğu aynalar boyu bir labirentti.

O köy yolu boyunca susmuştu. Kapısını çalacağımız evin pencerelerini öykülerinde çoktan kırmıştı çünkü! Portakal ağaçlarının orada durup, bir ağacın gövdesine sarıldığında, ben işeme bahanemde ayrılma kararıma su yolu döküyordum. O gün mü aşık olmuştum aslında ona?
- "Bana da böyle sarılmış mıydı hiç?"
Elimde tuttuğum uzvum uyarısı böyle utandığım hiç olmamıştı sanırım. Ona onu bir ağaç gövdesinden kıskandığımı da hiç söylemedim!


Elizan'ın annesi cümle aralarına sıkıştırdığı dualarında, Cemre'nin ellerinden koynuna dökülüyor, ahlarını ağıtlara döktükçe Cemre, az önce kollarını gökyüzü gibi açtığının tersine büzüşüyor, duvarlara bakıyor, o çatlaklara oya olmak istiyordu.

***

Meğer ki,
kuramadığı ilk cümlelerden düşmüş adı Cemre'nin. Elizan'ın ağıdında o gece, ilk kez düştü kulaklarıma!

- "Çalışmak zorundaydım! Bakma şehirli olduğumuza. Ardımda üç kardeş... Babam elinde kitaplar geldi bir akşam. Beni başkasına teslim edecek parası yoktu, kendisi her akşam yemek saati sonrasını dershane saatine çevirdi. Çok ağladım. Çok dayak yedim! Ama onu hep anladım!... Çalışmak zorundaydım. Bir kozmetik firmasında akşamki alıştırmaların teyidini tutuyordum aklımda. Sonra bir akşam işte, dersi asmak zorundaydım. Patron öyle söylemişti. Patron en son, kilodumu indirirken de uslu bir çocuk olmamı söylüyordu..."

 Ben bir portakal ağacını, elimde ardından habersizce su döktüğüm kadının bu öyküsünden kıskanmıştım.

...

24 Nisan 2015 Cuma

yakında!... : ) / sözü verilmiş ve yarısı arşınlanmış kitaptan...







Elindeki küçük şişeyi salladı...Köpürecek yeri  kalmayan kelimelerin günlüğüne baktı. Cemre ne zaman vermişti sahi bu şişeyi?

-" Beklemek" demişti nefesine yuvarlanan tükmük gibi. " Kayıp çocuklarını hatırında tutan anne bakışı gibi! Kimse anlamadı, anlamasınlardı da zaten! Öğütlere boğulmaktansa ben, gökyüzüne baktım! 'Unuturum, geç benden, sen nasılsın?' dedim sana. Sense beni her seferinde bir porselen gibi vitrine yerleştirdin! Senin yüreğin yandığıncaydı bu belki ama... Kırılıp dökülmeden sarılanların öpüşmesi, dudak büküşler gibidir. Bilirsin, hani halam ruju çıkmasın diye öyle öperdi. Günleri saymayı unutmuştum, ben de seni bekleyişimi cebimde biriktirdim. En zoru hani akşam ezanı gibi!Çağırışlarımı biriktirdim. Geldiğince bu taşlar dolusu bir öyküm olsun istedim. Şişede iki atımlık taş kalmıştı ki, geldin..."


Bulut, karşısında kalbur gibi duran adama bunları söylerken, şeytan tırnağı arşelerden parmak ucundaki nasırlar dökülüyordu. Cemre'nin öyküsünü birine anlatmak, son yazdı ve bir mevsim eksik kalacaktı adında artık. En çok rüyalara ve şiirlere inanan bir kadını bırakışı mıydı bu? Yoksa sonsuzca sarılışı mı?

- Sizi hiç affetmeyecek, belki beni de...Ama sizi görmeye gelecek! İçinde kırılacaklar var, dikkatli yerleştirin onu ömrünüze!    

...



19 Nisan 2015 Pazar

rüyası kalsın






Çocuk,
"lütfen" diyor,
aç kapağını fanusun,
"taşları dökülsün ve ben oynayayım"
diyor.

Ellerimle
titreyerek kavramaya çalıştığım
fanus,
neden kare?
Neden böyle küçük?
Kum gibi
dağılmış taşların
rengi
soluyor,
ben kapağı kaldırıyorum
ve
taşıyor ellerimden
su....

balık?
diyorum panikleyip,
o nerede?
yok!


aramaya başlıyorum,
kapı
altından
buruşuk
sarı
bir balık...
avcuma alıyorum,
o anda
zihnimin
durmak bilmeyen sesleri de soluyor
"öldü! çabalama boşuna!"

musluğu açıyorum
ve
çığlık atıyorum
"lütfen!"

avuçlarım dolan suda
büyüyor
şişiyor
o
sarı balık,
sonra gri bir
kabarcık olup,
kayboluyor...


anısı
kurusun
diye susuyorum rüyalarımı.


nasılsa unuturum
nasılsa
geriye kalan olmaz
hangi uykuda
tutabildin ki
gerçeği,

rüyası
kalsın...

sahi,
en son ne zaman
uyudun?

öyle çok
ses
öyle çok görüntü
ve
gürültü...

belki de
görücüye
çıkarmalıyım
rüyalarımı da!


aynı nakaratta
nasırlaşan
uzanışlarım gibi,
onlar da
kırılsın!


***








































































































18 Nisan 2015 Cumartesi

sürç-i lisan



Büyüklerin
korunaklı ciddiyetinde
bencillik yatar,
yaşayamadıkları adına
senden bir öykü çıkarmak ister
ve incinmez
incitirler...
çocuk,
söz dinlemeyense,
incinmelerinden yol
kurar kendine
yaralanmadan
geçen zaman
ahlak barbarlığı gibi
kuru
tortusuz
ve koşmadan...

geleceğe koşut
sakınmalarda
kalsaydım
şarkıları
ve renkleri öğrenemezdim

bazen birisini
tökezlediğinde
düşmesin diye
terkeden cümlelerde
incitiriz en çok


düşmenin, kavganın
çatışmanın
hatanın
anlaşılabilir
olmadığı yerde
sahihlik de yoktur
omzuna uzanan kelimeler
yerini
el sıkışmalara bırakır...





14 Nisan 2015 Salı

darlanış!



- şu alkolü ne zaman bırakacaksın?

ben: neden?... yani...anlamıyorum..."bir alkolüm var ona da karışmayın" esprisini de istemiyorum!
soruyorum ki neden?... sonsuzluğu yakalamak istemiyorum! bedenimin gücünü dilediğim sokaklar adına zaten koşuyor ve yürüyorum...
kusura bakma da...bunca "siz" varken...
ben alkolü sayıklamak,ıssızlaşmak,kırıp dökmek için içmiyorum...
dalga sesi bile yokken,kuraklıkken...kendime bir ufuk yaratıyorum!
yazıyorum...ve okuyorum...
kayboluyorum!
anladın mı?
cık!
bir bok anlamadın!

cildimi yıpratan
bu yangınlar
bu çocuk
titremeleri
bu hesaplar
bu gürültü
anla
bu oyunsuzluk!!!

kaybedecek vaktim
kalmadı
ben zamanı
çitledim
ve
sonsuzluk değil düşüm...

anla ki bundan!

büyük harfleri
gramer bozumu olsun
diye reddetmedim!
onlar
feylozoflara kalsın!
ben büyük
harflere inanmadım
hepsi bu
saçma?
tercih ederim
anlam yozluğuna!
insanların
borç yarışında
bile yerimi
aldım!

oyun..
bildiğim,
"beynine kan oturur yavrum"

bırak!
morardı anne,
yüzleri
çocuk etleri!
kokuyor!

bırak,
ben hep çenemi
yaraladım,
tersine yürüyüştür bildiğim...



kırışık leyla




kimi çığlıkların
eklemi,
yankısında
kırılır

böldüğü
bir gürültü
değil
ki
kıvrılır,
dokunur
ve
kırışır!



* birinin seni anlıyor olması, sonsuz bir bekleyişi beraberinde getirmez. Soğuyan zaman gibi yüzü düşer. Unutmaya meyletmiş iki yüz, birbirine dokunamazsa, kaygıların ciddiyeti dağılır, rafa kalkan bir biblo gibi, zaman, düş kaçırır!/ ..

11 Nisan 2015 Cumartesi

uyanma-lık





uyumak işte bunca zordu,
olur-(muydu?-
du bazen,


ben
ilk kez
bir sabah,
huysuz kaşlarım
çatılmadan,
omzun kokusudur,

yaranı,
sarhoştum
 hani de
unuttum
bilelim,

kelimelerini
saydım.


nasıl
üzülmüştün?

bir okyanus,
bir kar topuna
nasıl üzülür?
yetmedi
düşüm,

beddua
bildiğin
kumlarının çekilişidir,

uyanmak
işte,
saydığım
geceye
nisbet
gibiydi...                                                                                                                       11 nisan 2015



8 Nisan 2015 Çarşamba

.. / ...





"ben sana yanlış bir yerden edilmiş
 bir büyük yemin gibiydim..."   b.k


hatırla,
yeminler
bozulduğunda
ancak
sözler başlar!...

hatır-
la!...

uykuluk








bildiğim bütün öğütleri,
unuttuğum yaz çiçeklerini,
hatırsız bilyeleri,
mezar yemenilerini,
yazı erteleyen çiseleri,

dakikası
gamze çürüğüne dönüşen
b-eklediğim
zamanı,

gündüzü
yalnız komayan
akordiyonuyla,
bakışı urgan
boşnak kızın yaşını,

ömrü açık yaranı,

descartes yanılır
belki diye
parmaklarımı,

karşı apartmanın
gözlerini kırpıştıran
pencerelerini
imrenerek,
deliliklerimi
sayıyorum.


sonra

yine

ömrü açık yaranı,
ömrümüze açılanların
inadına
yamadığımız
çitinden atlatıyorum

geriye
kalanları,

söylemedin,
gitmedi,
hatırı kaldı,
öyle demek istemedi,




sayıyorum!

uyumak
böyle zor olmamalı...