20 Şubat 2016 Cumartesi

korkuya dem...






dirseğimdeki
taş,
eksik bir sek sekten
                           dir,
bilir misin?
ki,
adın da
düşüyor
şimdi,
o yokuşun başı
bir dut ağacıdır...

sonu?
sonunda
başı gibi
bir tavşan
devşirir
niyetleriyle...

bundan
kahve
telvesi yerim ben!

büyüklerin
de
doğruları varmış
mı?
ki,
ben
karalar çaldım
dillerim'e..

öYlE...





kör bir
müstear'dan
düşme
bir mahlasım
ben!
adımın hatırı
sende
kalsın...

8 Şubat 2016 Pazartesi

sanrı!





oradan
öptün sandım,
bildim
ama,
sanrıya kapılmak istedim!


sanrı...
dalga gibi,
bilmek de deniz...

bunu anlarsın mesela!

mesela ötesini?
anlamayı hiç istemediğince!
ama işte,
o zaman beni de isteme!

umrun mu?

herkesin hatırı
iki cümleye
bakıyor,
o da doğru ya!...


***

kimseyle çarpışmak istemiyorsan,
kıyılarını
unutursun!
hepsi
bu!...

6 Şubat 2016 Cumartesi

demem artık "gel"





bir köşedir,
mor erik ağacı
sakınır,
sakınır da,
bükemez
dirseğinden
hani
ve
hanidir...

hani,
anlar mısın?


...




anason mu
kaynatalım
zamana?

sakınır,
bu köşedir
de,
bükemez
taş dediğini,
malum
boşluksuz
cismin
katılığı...


köşedir,
bükelim!!!!!!!

bilirim,
de:
adımı-mı buradan çek,
ve anla
arşınım
dirsek
boyumcadır,
sakın!!!
-ır
ım...

10 Ocak 2016 Pazar

çElİşKi




yaşamdaki aksine
hatırda en
az
kalan,
ölüm!....

ÖZ'r







bir deyiş,
faili hep meçhul
ve makbul bir
deyiş,
bir vahim
kaza
gibi,
"özür"ü
öz'r
kılar,
dilenerek!

-mİş'İ gEç_MiŞ






göz üstüne
çizik,
başı vurulmayan
duvarların da
hesabı şaşmış

gözü üstüne
çentik,
ipe dizili
kurumuş şiirlerin
mevsimi de şaşmış

gözü üzerine
kurşun
çökertme bir rölyefin
oyuntusu şaşmış

üzerini yalayıveren
kara kalemde
yakalanan izleri
bile müsvedde
olmuş
zaman
şu,
şaşmış...

eRtEsİ bAğLaÇ





Trenler  derin ve ince bir yoldu; garlar o yolun yüksüğü... Sonra bir sabah insanlar öldürüldüler; el bellendiğimiz yere kan oturmuştu hani... Saçma bir kürsü yerine bir sıranın burnuna oturup öğrencileri dinlemek istemiştim. Bir kadın da o vakit uzanıvermişti omzuma:
"Ben bu okula gelmeden öncesine kadar Kürtleri sevmiyordum hocam. Sonra oda arkadaşım Şırnaklı çıktı. Onunla sohbet ettik. Pek çok şey anlattı ama en çok şu etkilemişti beni: "Ben" dedi, "kapımın önünde dolanan askerler istemiyorum, mahallemde ölüm kokusuyla gezinmek istemiyorum". Sonra değişti düşüncelerim."
Dokunmak değil de bellemek istediğimizde zamanı, sanki  terleyip buharlaşıveriyor. Çok değil az ötesinde bir başka kadın kapımdan seriliverdi önüme! Elleri kara kalem çizimlerin hızlı devinimleri gibi, köşeli, keskin hareketlerle ağlayan sesini karalıyordu. 
" Dayanamıyorum hocam! Aileme zar zor ulaşıyorum. Ulaştığımda da en azından kardeşimle benim orada olmayıp da kurtulduğumuzu söylüyorlar. Her gün birisi-hangisi... ölecek diye düşünemiyorum, yıldım artık hocam! Önümde birinci dereceden akrabamı vurdular. Bu nasıl bir şey hocam düşünün! Nasıl atlatılır bilmiyorum, deliriyorum..."
Acıların ertesi, ağıtların bağlacı... Duraklıyor, devingen elleri de yumruk olup  iniverdi. Kurumsal saygı sanrısının yersiz sınırından olsa gerek, dövünmek yerine diz kapaklarını yoğurmaya başladı.
" Özel arkadaşım da orada. En son konuştuk...Su bidonlarını vurmuşlar hocam. Yiyecek yok, su yok!Deyin bana ben ne yapayım? Neden kimse bir şey yapmıyor? Anlamıyorum, anlayamıyorum hocam! Haberlere bakın!...  Bu nasıl iştir hocam?"
Yüzünün rengi, adının anlamına tezat, sormaya devam ederken bir tür sayıklamaya düşmüştü sesi de, elleri de...
Okuduğumuzu da dokunmaktan ziyade özetlemeye meylettiren Türkçe derslerine inat, bir tok anlamda, ince bir sessizlikte oturduk. Ellerinde sınav önceleri fotokopilerle gelip de, "şimdi ben bunlarla n'apıcam hocam?" diye soran öğrenciler geldi aklıma.
" Hocam... Sizi rahatsız ettim kusura bakmayın ama arkadaşlar anlamıyorlar. Kimse konuşmuyor, konuşturtmuyorlar da! Sonra da öfkemizi sorguluyorlar!...Hocam anlamıyorlar...Ben sadece konuşmak istedim, artık dayanamadım...Yazmıyorlar hocam!Gerçi yazanları da ne yaptıklarını gördük, görüyoruz..."
Doğanın tüm elementlerini itinayla işkenceye ve ölüme dönüştürebilen zulmü, kronolojik sırasına almayan tarih derslerine inat baktık birbirimize. Babamla bir gece yarısı arabanın bagajından kolilerle eve kaçırdığımız kitaplarının gazete kağıtları ile kaplı çeperi aklıma düştü.  Bir keresinde bir cinnet haberi denk düştüğünde, içerik ve biçim uyumsuzluğunu kavrayıvermiştim.
Acıların ertesi esneyişlerin, ağıtlara uzaklığı...
 Mitolojik bir öykünün yanılgısı gibi, önümüze eğik bakışlarımızda sarıldık. Kağıdı yırtığı bir yılgınlık değil, kesiği bir öfkede selamlaştık.

" Ben kalkayım hocam, çok teşekkür ederim..."