27 Nisan 2015 Pazartesi

yakında!... : ) / sözü verilmiş ve yarısı arşınlanmış kitaptan...(2)






Kurduğu ilk cümleler sevişmekten geçiyordu Cemre'nin!

Sormadım hiç, o da hiç anlatmadı. Dostlar ona "güçlü kadınsın vesselam" dediklerinde, elindeki rakı kadehine inat ekşirdi yüzü hep, eksilen bardakların sularını tam eder, yatmaya giderdi. Uyumazdı, bilirdim... "Bedeli neyse öderim" dediğince, hacı efendinin apartman dairesindeki o odanın duvarlarına karalardı. Okuyamazdım, şifrelerdi çünkü. Kimi zaman ucu kaçan mecazlarla, kimi zaman da çizdikleriyle.

"Bana bir oda verirsen seninle yaşayabilirim" demesi bundandı ve ben bunu çok sonra anladım.
ben de ona "sen çok güçlü bir kadınsın" diyerek sarılan, sonra da buna sığınıp -sığınmak en büyük riya imiş meğer yaşama karşı-, onu ilk terkedenlerdendim! O, "terk etmek" demezdi buna, okkalı bir cümle kurar ve gülümserdi. İnsan evladının yetiştirilme sürecindeki o en hassas belletilen halkaya, gurur farz edilene vur-kaç yapardı. Kaçtığı, yiyeceği laf, tokat ya da gidiş olmazdı ki o insanları önce ellerinden sonra da sırt kıvrımından tanırdı... Kaçtığı, tokuşturduğu aynalar boyu bir labirentti.

O köy yolu boyunca susmuştu. Kapısını çalacağımız evin pencerelerini öykülerinde çoktan kırmıştı çünkü! Portakal ağaçlarının orada durup, bir ağacın gövdesine sarıldığında, ben işeme bahanemde ayrılma kararıma su yolu döküyordum. O gün mü aşık olmuştum aslında ona?
- "Bana da böyle sarılmış mıydı hiç?"
Elimde tuttuğum uzvum uyarısı böyle utandığım hiç olmamıştı sanırım. Ona onu bir ağaç gövdesinden kıskandığımı da hiç söylemedim!


Elizan'ın annesi cümle aralarına sıkıştırdığı dualarında, Cemre'nin ellerinden koynuna dökülüyor, ahlarını ağıtlara döktükçe Cemre, az önce kollarını gökyüzü gibi açtığının tersine büzüşüyor, duvarlara bakıyor, o çatlaklara oya olmak istiyordu.

***

Meğer ki,
kuramadığı ilk cümlelerden düşmüş adı Cemre'nin. Elizan'ın ağıdında o gece, ilk kez düştü kulaklarıma!

- "Çalışmak zorundaydım! Bakma şehirli olduğumuza. Ardımda üç kardeş... Babam elinde kitaplar geldi bir akşam. Beni başkasına teslim edecek parası yoktu, kendisi her akşam yemek saati sonrasını dershane saatine çevirdi. Çok ağladım. Çok dayak yedim! Ama onu hep anladım!... Çalışmak zorundaydım. Bir kozmetik firmasında akşamki alıştırmaların teyidini tutuyordum aklımda. Sonra bir akşam işte, dersi asmak zorundaydım. Patron öyle söylemişti. Patron en son, kilodumu indirirken de uslu bir çocuk olmamı söylüyordu..."

 Ben bir portakal ağacını, elimde ardından habersizce su döktüğüm kadının bu öyküsünden kıskanmıştım.

...

24 Nisan 2015 Cuma

yakında!... : ) / sözü verilmiş ve yarısı arşınlanmış kitaptan...







Elindeki küçük şişeyi salladı...Köpürecek yeri  kalmayan kelimelerin günlüğüne baktı. Cemre ne zaman vermişti sahi bu şişeyi?

-" Beklemek" demişti nefesine yuvarlanan tükmük gibi. " Kayıp çocuklarını hatırında tutan anne bakışı gibi! Kimse anlamadı, anlamasınlardı da zaten! Öğütlere boğulmaktansa ben, gökyüzüne baktım! 'Unuturum, geç benden, sen nasılsın?' dedim sana. Sense beni her seferinde bir porselen gibi vitrine yerleştirdin! Senin yüreğin yandığıncaydı bu belki ama... Kırılıp dökülmeden sarılanların öpüşmesi, dudak büküşler gibidir. Bilirsin, hani halam ruju çıkmasın diye öyle öperdi. Günleri saymayı unutmuştum, ben de seni bekleyişimi cebimde biriktirdim. En zoru hani akşam ezanı gibi!Çağırışlarımı biriktirdim. Geldiğince bu taşlar dolusu bir öyküm olsun istedim. Şişede iki atımlık taş kalmıştı ki, geldin..."


Bulut, karşısında kalbur gibi duran adama bunları söylerken, şeytan tırnağı arşelerden parmak ucundaki nasırlar dökülüyordu. Cemre'nin öyküsünü birine anlatmak, son yazdı ve bir mevsim eksik kalacaktı adında artık. En çok rüyalara ve şiirlere inanan bir kadını bırakışı mıydı bu? Yoksa sonsuzca sarılışı mı?

- Sizi hiç affetmeyecek, belki beni de...Ama sizi görmeye gelecek! İçinde kırılacaklar var, dikkatli yerleştirin onu ömrünüze!    

...



19 Nisan 2015 Pazar

rüyası kalsın






Çocuk,
"lütfen" diyor,
aç kapağını fanusun,
"taşları dökülsün ve ben oynayayım"
diyor.

Ellerimle
titreyerek kavramaya çalıştığım
fanus,
neden kare?
Neden böyle küçük?
Kum gibi
dağılmış taşların
rengi
soluyor,
ben kapağı kaldırıyorum
ve
taşıyor ellerimden
su....

balık?
diyorum panikleyip,
o nerede?
yok!


aramaya başlıyorum,
kapı
altından
buruşuk
sarı
bir balık...
avcuma alıyorum,
o anda
zihnimin
durmak bilmeyen sesleri de soluyor
"öldü! çabalama boşuna!"

musluğu açıyorum
ve
çığlık atıyorum
"lütfen!"

avuçlarım dolan suda
büyüyor
şişiyor
o
sarı balık,
sonra gri bir
kabarcık olup,
kayboluyor...


anısı
kurusun
diye susuyorum rüyalarımı.


nasılsa unuturum
nasılsa
geriye kalan olmaz
hangi uykuda
tutabildin ki
gerçeği,

rüyası
kalsın...

sahi,
en son ne zaman
uyudun?

öyle çok
ses
öyle çok görüntü
ve
gürültü...

belki de
görücüye
çıkarmalıyım
rüyalarımı da!


aynı nakaratta
nasırlaşan
uzanışlarım gibi,
onlar da
kırılsın!


***








































































































18 Nisan 2015 Cumartesi

sürç-i lisan



Büyüklerin
korunaklı ciddiyetinde
bencillik yatar,
yaşayamadıkları adına
senden bir öykü çıkarmak ister
ve incinmez
incitirler...
çocuk,
söz dinlemeyense,
incinmelerinden yol
kurar kendine
yaralanmadan
geçen zaman
ahlak barbarlığı gibi
kuru
tortusuz
ve koşmadan...

geleceğe koşut
sakınmalarda
kalsaydım
şarkıları
ve renkleri öğrenemezdim

bazen birisini
tökezlediğinde
düşmesin diye
terkeden cümlelerde
incitiriz en çok


düşmenin, kavganın
çatışmanın
hatanın
anlaşılabilir
olmadığı yerde
sahihlik de yoktur
omzuna uzanan kelimeler
yerini
el sıkışmalara bırakır...





14 Nisan 2015 Salı

darlanış!



- şu alkolü ne zaman bırakacaksın?

ben: neden?... yani...anlamıyorum..."bir alkolüm var ona da karışmayın" esprisini de istemiyorum!
soruyorum ki neden?... sonsuzluğu yakalamak istemiyorum! bedenimin gücünü dilediğim sokaklar adına zaten koşuyor ve yürüyorum...
kusura bakma da...bunca "siz" varken...
ben alkolü sayıklamak,ıssızlaşmak,kırıp dökmek için içmiyorum...
dalga sesi bile yokken,kuraklıkken...kendime bir ufuk yaratıyorum!
yazıyorum...ve okuyorum...
kayboluyorum!
anladın mı?
cık!
bir bok anlamadın!

cildimi yıpratan
bu yangınlar
bu çocuk
titremeleri
bu hesaplar
bu gürültü
anla
bu oyunsuzluk!!!

kaybedecek vaktim
kalmadı
ben zamanı
çitledim
ve
sonsuzluk değil düşüm...

anla ki bundan!

büyük harfleri
gramer bozumu olsun
diye reddetmedim!
onlar
feylozoflara kalsın!
ben büyük
harflere inanmadım
hepsi bu
saçma?
tercih ederim
anlam yozluğuna!
insanların
borç yarışında
bile yerimi
aldım!

oyun..
bildiğim,
"beynine kan oturur yavrum"

bırak!
morardı anne,
yüzleri
çocuk etleri!
kokuyor!

bırak,
ben hep çenemi
yaraladım,
tersine yürüyüştür bildiğim...



kırışık leyla




kimi çığlıkların
eklemi,
yankısında
kırılır

böldüğü
bir gürültü
değil
ki
kıvrılır,
dokunur
ve
kırışır!



* birinin seni anlıyor olması, sonsuz bir bekleyişi beraberinde getirmez. Soğuyan zaman gibi yüzü düşer. Unutmaya meyletmiş iki yüz, birbirine dokunamazsa, kaygıların ciddiyeti dağılır, rafa kalkan bir biblo gibi, zaman, düş kaçırır!/ ..

11 Nisan 2015 Cumartesi

uyanma-lık





uyumak işte bunca zordu,
olur-(muydu?-
du bazen,


ben
ilk kez
bir sabah,
huysuz kaşlarım
çatılmadan,
omzun kokusudur,

yaranı,
sarhoştum
 hani de
unuttum
bilelim,

kelimelerini
saydım.


nasıl
üzülmüştün?

bir okyanus,
bir kar topuna
nasıl üzülür?
yetmedi
düşüm,

beddua
bildiğin
kumlarının çekilişidir,

uyanmak
işte,
saydığım
geceye
nisbet
gibiydi...                                                                                                                       11 nisan 2015



8 Nisan 2015 Çarşamba

.. / ...





"ben sana yanlış bir yerden edilmiş
 bir büyük yemin gibiydim..."   b.k


hatırla,
yeminler
bozulduğunda
ancak
sözler başlar!...

hatır-
la!...

uykuluk








bildiğim bütün öğütleri,
unuttuğum yaz çiçeklerini,
hatırsız bilyeleri,
mezar yemenilerini,
yazı erteleyen çiseleri,

dakikası
gamze çürüğüne dönüşen
b-eklediğim
zamanı,

gündüzü
yalnız komayan
akordiyonuyla,
bakışı urgan
boşnak kızın yaşını,

ömrü açık yaranı,

descartes yanılır
belki diye
parmaklarımı,

karşı apartmanın
gözlerini kırpıştıran
pencerelerini
imrenerek,
deliliklerimi
sayıyorum.


sonra

yine

ömrü açık yaranı,
ömrümüze açılanların
inadına
yamadığımız
çitinden atlatıyorum

geriye
kalanları,

söylemedin,
gitmedi,
hatırı kaldı,
öyle demek istemedi,




sayıyorum!

uyumak
böyle zor olmamalı...