9 Ağustos 2013 Cuma

8 Temmuz 2013 Pazartesi

erguvan






toz topak
 savruluşta
bir
"uçurtma bayramı"
tutunamadı...

belki
gözümüze
fazla
kaçan
yıllardı...
ondan,
çokça
ıslandık!...

ıs
-ka-
la
(n)
dık...

susmak
yerinde,
ve
susamak
belki 
de
en yalın
halinden
özlemse,

bu
ladeste
belli belirsiz
o
koku,
hep
aklımda!


6 Temmuz 2013 Cumartesi

gök





gür
seslerin sisidir
şu
gördüğün,

ölümün güzeli olmaz
da
gürbüzüdür
doğacak olanların,
avuçlarımızdan
taşan küllerin izidir
ondan,
dördüncüdür bu çizgi!

değildir o gök
gri,
o gök
mavi!




21 Mayıs 2013 Salı

sarı...





sarı
sidikli sulara yazılır
bazı
bazı
suretler...
elin tersi
burunla buluşur..
buruşur,
akan
...
akan,
irindir!...

en fazla
bir
küfe,
bir kesedir
anlamı
gemi
bildiğinin...

oysa sen,
en hızlısından
rüzgar üflediydin,
büyüktü
ama
engindi sanki ellerin...
bilmediğince
sığdırdıydın
kendini
serin akıntılara...
gidecektin
ya...
olmadı...


şimdi bundan
dır...
utanırsın
şu zamanda
gülmeye...

ama
yalnızca
san-ılırsın!..

sakınırsın...
olmayan
rüzgarında,
nefesiyle
durmadan
üfleyeni...


sakınmak,
bazen
en
güzel
kapristir....




                                   gözleri gökyüzü'ne.... / çankırı / 2013





20 Mayıs 2013 Pazartesi

de...







bazen de
korktuğun kadar,
incineceğinden
ürktüklerinle
büyürsün....


                                     yaşadığını hissedişe dair betimlemelerinde o güzel'e...: )

8 Mayıs 2013 Çarşamba

cemre...





o masalı değiştirelim!
bazı 
uyuyan güzeller,
kendi sentezlerini
kendileri 
yaratırlar!...

biliyorum
ben,
cemredir
bu... !         :)))))                                                            adı gibi uyanan, uyandıran! kadına...                                                             

aRkHe...






bir şeye
nereden başlanır?

mesela
bir insana...
ben ellerinden
varsayıyorum...

mesela
kabuğu üzerine
ters dönmüş bir acıya...
taklitler
her zaman aslını
yaşatmazmış!

hem mesela
bir rüyaya...
çoğunca
sonudur ya
çapaklanan...

bir kavgaya...
o sebep
hep
bir
aynı
muamma...

bir yeni
değil midir ki
içinde
bitişleri barındıran
onca başlangıç...

bir şeye
nereden başlanır?...                                 akışına bu sefer dokunmadığım zamana...   / çankırı/ mayıs / 2013

3 Mayıs 2013 Cuma

adın gibi...




yaş dediğinle
olaydı yolun yarısı,
belki daha yavaş koşardık...

bizi bir diğerine tanıştırırlarken,
ben seninle aslında hep başka bir yerden tanış çıktım... o başka yerin öyküsü bir inşaatta kayboldu belki..
ama bir yerinden aynı neverland'di hep!...

yolun yarısı,
hep yaş_tı,
sen ılık zeminler yarattın!...

yaşının yarısı kadar
yıllarımı büyüttün!...
insanın bir tiz sesi
olmalı hayatta...
bundandır ya belki
en sahih
serzenişlerim de
sanadır
en
kıymetli
anılarım da...!

adın gibi
sürdüğün
nice
yıllara olsun!...                                             4.05.2013/ maho'ya...


2 Mayıs 2013 Perşembe

istiridye...









sindirmedim ben,
sözlüklerdeki
anlamından
düşük
bir diğer kabukta!

çünkü
kayalar,
çünkü kıyılar
 vardı!

sedefimden
bir çenet

ördüm,
ve
adını
sakladım!...


1 Mayıs 2013 Çarşamba

elvan...




" Kızım kızım ak kızım
  Çık kapıdan bak kızım
  O beyaz tombul ele
  Elvan kına yak kızım"- ("hergüne bir ninni/ tokat)


avuç içinde
kalanlarcadır
bazen de kalp dediğin,
yumruğun bilediğini,
zaman bozar...

uykumuz yarım kaldı
sabah ayazında,
sırt sırta sırlarda
üşüdük,
unuttun mu?
ve
ruhumuz gibi
ayak-üstü
o kahvaltı da yarım kaldı...

şimdi
uyu,
peri tozları
serptik düşlerimizde,
hatırlamamak içindir acıyı
bazı uykular,
ama
sen unutmazsın
uyanmayı!...    
                                                             adı yüzüne vuran kadın'a...
                                                             ankara / 2013



26 Nisan 2013 Cuma

uyku yoksunu alıntı





Karşımdasın işte... 
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. 
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. 
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. 
Tıkandığım o an, 
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, 
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. 
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım. 
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım. 
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, 
bitti artık hepsi... 

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme. 
Bakış açım belli oldu yine. 
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin. 
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. 
Dağlara çarptım her esişimde. 
Yollara küfrettim her gidişinde. 

Demiştim sana hatırlarsan: 
'Önemli olan 'zamana bırakmak' değil, 
'zamanla bırakmamak'tir..' 
Şimdi bana, geçen o zamanın 
Unutulmaz sancısı kalır 

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? 
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim... 


                                                                                n.h.r "bir fotoğrafa" 


25 Nisan 2013 Perşembe

konuşlanamayan! al_ıntı...: dinleyiş...


" o telefona çıkma, o kapıyı açma
  ona dokunma
  sarnıcı besleyen suyu sonsuza
  sakla, sende sürsün aşk" / g.a.- "saklayan kadınlar şiiri" !/ ...

24 Nisan 2013 Çarşamba

kitabımla konuşuyorum. ..




"hiç gürbüz
 hiç pembe yanaklı
 sayfalarımız olmadı mı bizim?
 biz hiç mavi kalacak bir mevsime
 çıkmamış mıydık yorgun yokuşlarından
 kışın?

 kendiliğinden gelen sözcüklerin misafirkiğini
 ne çok severdin,
 nasılsın...
 bugünlerde ben iyi gibiyim
 yorgun gri kaideler arasında
 hüzünlü bir yeşilim,
 ya sen...
 sen... nasılsın?
 göğsündeki ağrılar nasıl?
 iyi misin?"

                       / birhan keskin/'kim bağışlayacak beni'/
                        hüzünlü gezinti güvertesi III



* bir güvertede yol,akışın tersine bakmaktır bazen...
   fazla uyku kaybı-sen uyurken ben rüyalar saydım- bir tür tin anemisi..
   sözcüklerde seslenişlerde bir haber haller bundan mı?
   bilmem...ben bakıyorum...

*gün/nisan biterken,mevsim gülüyor alı al kavgalarda...


* vadeli hesap-mevduat değildim ben...



*bazen en billur anlatı:   yorgunluk...


19 Nisan 2013 Cuma

meğer...




bir keresinde,
bir sabaha çalan vakitte,
bir kadın,
kaçar-ayak bir arabanın
kaputunu sıyıran yumruğuyla
bağırıyordu:

- n'oldu ulan? n'oldu? ... /... ... ..........................................................

**
sahi...


n'oldu?/ ezme misali bir gülümseme tınlamalı burada...


bazı cümleler,
imla hatası kabul etmez...
o
gibi,
onun gibi bir şey...

bulup da
kaput misali sırtına
vurup
soramadığın oncasıyla,
bir ömür
taş sektirirsin
bir
bulantıda...

***

düşünceyle varlık salınımına vurunca,
okuyan çok!...
hızlıca bir tarama bile
okumak sayılmaktadır ya...

dinlemeye mecali
yok
kambur-üstü
bedenlerin!...

öyküler dağa kaçmış,
erkanına sabrı olmayan
dünya
yanmış,
bitmiş de
kül
olmuş...

***

her öykü
aynı
fısıldıyorsa,
"meğer" dedinse,
hiç bir ninni paklamaz
inandığın uykuları...

***

yok bazen
seviyorum felsefi dalgaları,
daha içten
bir sıyrık sanki,
söyleminde gümbürdeyen
naralardan!

***

gün...de bir kadına:

emanet,
süresi dolmuş
dışsallığında,
bir hokus pokusla
incinmeye dönüşür,
bazen! ve şaşırtıcı bir
bakışta!

- buradayım aslında... ama al bunu! durmasın bende! ... bence sende dursun!...

içime kaçan ses: "bu kadın..nereden? niye? nasıl bu cümleyi kurar?...

en güzel sarılış, tanışıklığı sandığın anlamından sıyıranadır..!

( - yok...dolmadı o gözlerin-iz de! ben öyle sandım.. mı?)

- al... yoksa ben, kendi kütüphaneme bağışlayacağım!...

* sorun değil!.. ama.. dolabınızda nasılsa...

-dolapta sonuçta!.. ne olur bilinmez! kıymetli..al sen bunu!...

şaşkınlıkta karşılaştığın yüzleri asla unutmazsın!...
bu,
yitik bir hafızaya,
buruşturulmuş,
cep harçlığı hissiyatındaki
tıkanıklığa
illa bir dua,
bir bedel
bir a-dalet arıyorsan...
değerdir!...

* teşekkürler!.. emanetime, emanetiniz gibi bakmışsın_ız!..


arkadan bir ses hani,
olmazdı! olamazdı!

- o.. senin..sen..zaten...!

                                                     kadın!
                                                     okuma imkanı bulunamayanlar da,
                                                     belki zamanda
                                                     dağılır parçalanır da ulaşır,
                                                     sağol!...


***




                                                                        artık geçsin nisan/ 2013






12 Nisan 2013 Cuma

nisan yağmuru/!...





" sen yağmurlu günlere yakışırsın/ yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler/ıslanan yapraklar gibi yüzün ışır/ışırsa beni unutma"

Bilmekten korktuğum cümlenin her tekrarında, şu cihan ayaz,avaz!


Ben
Sana kızamadım,
Oturdum
Okudum...

Kızamadım,kızamazdım -koşulsuz buyruk!-
Sevdiğin sandığım şiirleri
Okudum

Kızmadım,
Boğazıma toz kaçtı,
ondan ağladım!...

kızmadım,kızamadım ben,
akılda tutmak için karanlıktı
oysa,
ben sana patikalar anımsadım

ellerim dalgalandı,
kalem
düştü
kızamadım
koltuk pervazında
öldü bir mürekkep
 balığı,
kızamadım,
karıncaları
dinledim
kararımca...

"Alır yürür sıcak mavisi gökyzünün/ kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün yer sızlar yanar içinde büsbütün/her şeye rağmen ellerin üşür/üşürse beni unutma"


bu yırtık monologda,
bilir misin, kızamazdım ya sana!...bu..
bu
söyleyemezdim
özleyemezdim
isteyemezdim
seslenemezdim
kırılamazdım
bekleyemezdim
bu
yetisiz hikayede
bilir misin?
...

Balansı şaşar ruhun da..."bu..." deyip anlatamadığımda-boğazıma toz kaçtı bağışla!-sen gibi,bir sayfanın ucu olur, katlanırım...

"yeni dostlar yeni rüzgärlar gelir geçer/yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular/kahredersin başın öne düşer/ düşerse beni unutma/ g.a


Kızamadım
ben
oturdum
sevdiğin sandığım
şiirler okudum
uğultular kondu
yanağıma
"gitmeli"
dedim,
Sen,uyuyordun bir y_amaçta...
Karıncalar alındı.

     
ankara/nisan/2013

10 Nisan 2013 Çarşamba

hatırlatılan alıntı_lar..: her geceye bir tutam...



"adam senin böyle ilk gündüzden
 sulayıp biçtiğin çayır çimen
 üç güne kalmaz tazelenir
 adam senin böyle kuşluk vakti
 ürküttüğün serçeler-iş olsun-
 akşama kalmaz unutur

 benim bir nokta kırılmışlığım
 gözlerimin ardında büyür durur..."  / g.a

8 Nisan 2013 Pazartesi

...




hiç
okuyamadığın şiirler
de
vardır...
kavramlar
zehir zemberek
geçer aklından
durmadan...


sonra...

çarpışır_sın...

garip..

7 Nisan 2013 Pazar

öfff!: mecburi beyannat!...






pek sevgili kadın, pek sevgili erkek/ bu ayrıma dayalı olduğundan!.. yoksa başka türlü iletişimin cinsiyeti çok daha sahih gibi!...:

bazen dinlediğin hikayeler
bir süre sonra
bunaltıcı olabilirler...
merhemim yoktur kelime süreyim!
olayı felsefi-politik bağlamda incelemek de bir yere kadarmış...

bir kez daha yinelesem...: kimse kimseyi kimseyle kandırmasın!...

ego boşluğu yaşayanlar, ergenlik de bir yere kadar!

çok büyümüş, çok acı çekmişler_?_: Duygun yoksa, mantığına sarılıp uyu! Dürtme anlamayacağın narları! Dürttünse de tanelerinin sorumluluğunu al!.. çok bil!çok çalış.. eyvallah.. ama edebi tesellilere gerek yok!.. / ha onca inanmıyorsan, haydi o vakit, bir başına yaşa!

"bitim sende" misali dokunup da kaçanlar: acaba nereye ve kimden kaçıyorsun? kendinden gibi sanki!.. ondan başkaları üzerinden kaçıp da, o başka_lar_sına durduk yere rahatsızlık verme!

sorumluluk almayım paniğinde saçmalayanlar... alma, demek sen hayatı anlamamışın...!

miskin!suskun!sıkıntılı!çelişik!: valla ben de bir şey anlamıyorum senden... bu da bir yere kadar...!
***
beklenen görevim bu muydu?... / kaçmak gerek bazen.. öyle mıh gibi susmak!!!!!!!

sıkıldım!.. bu kadar..
gece falı, gündüz Güzin ablası gibi oldu!...
dağılın!...

6 Nisan 2013 Cumartesi

ödünç şarkı...



hatırlamak için
düşümden geçirdiğim
sesine
denk gelen
şu kuş
sen
misin?

(bir gölge...)

gecede,
gecelerce
utanarak
uykularımı ben
sana
kemirdim / kim geçirdi ilmeği boynuma? ve ne hakla!?/

(bir ağaç...)

başka bir adın yolcusuydun,
öyle yazıyordun...

şimdi
ben
kimin
şarkısını
çalıyorum?
çalıyor muyum?..
bilmem...

bir balık ağladı,
bir okyanus kurudu sanki...

bir dal...
bir ilmek...

( hatırlamak, sabaha...: bEnİ o şArKıDa bUl...)

gündüzünü şaşırmış gece düşü.../





yaban eller de
olsa şu şehir,
çünkü
yüzüm
çünkü
ayaklarım
şehrim bildiğimde
gülümser
ancak...

yine de,
itiştirmediğinde
görür
duyar
anlar insan
tanışmanın
sancısıdır
bunlar:

hiç bir şehirde,
geceleri böyle temiz ötüşen
kuşlar dinlemedim...
şaşırmaktır
anlık mutluluklar...

: )

mühürlü melankolik mevsim d_üşü !...



bazen
ben de vişne ağaçlarına küsebilirim
hep o mu şaşırtacak,
mevsimi yanıltabilirim...
ikimizin birden sevinebileceği
bir gök olsaydı, şiirler hırpalanırdı sanki..
bize bahşedilmediğince
en ısrarcı olduğumuz yalan neden
acı bağlamı kör düğümümüz?
fotoğrafları yarıştırır olduk be!insaf!...
şimdi bir somon ekmeğin kavgasından bahsetmeyelim isterseniz,
günde kaç öğün-vnç- dövüyoruz birbirimizi?
ben de bazen,
hatta çoğunca haddimi bilmeden
size cahil kalıyorum!
ömürde kaç öğün-vnç-birbirimizi yor-um-uyoruz?...
hermesliğimiz buncaymış,
inanmadığımız yedinin katlarına gömüyoruz birbirimizi
ikimizin birden sevinebileceği bir gök olsaydı,
şiirler hırpalanırdı sanki!

bazen ben,
belki çoğunca,
bir
iğde ağacına daha çok
inanabiliyorum,
birbirimizi hep ve her defasında,-
kasıt tanrıya özgü değildir!-
yanılttığımızca...

ikimizin birden sevinebileceği
bir gök var_dı...
uçurtmaları
hatırladığı_mız_nca!...
bazen
B
a
Z
ı
b
A
z
I

ben de kaybolabilirim,
usulca...

                                                                                                        ah! nisan 2013
                               

5 Nisan 2013 Cuma

mühürlü melankoli:k_alıntı






"Göze çarpmayan bir sözcük bduk seninle
 Ve dedik ki: Dokunuyorum sana.
  ...
  Sanki yokmuş gibi ama çekip gitmez hiç değilse."/ Brecht,Aşk Şiirleri/ Birinci Sone



"Yalnız ve yalnı o akşam güzeldi herşey,küçü
  Ne daha önce,ne daha sonra..."/Brecht/Aşk Şiieri/
                                                           Seni Hiç Öylesine Sevmemiştim

4 Nisan 2013 Perşembe

aH_ rı ela...





aH mİLeNa…




“… bilinmeyen bir şeye karşı duyulan korku ile kaplıydı yüreğim. Kesin değildi, çünkü benim gücümü aşıyordu…”*


- Ah Milena, bu neyin kahrıdır? …


Gözlerin küçülüyordu gülümsediğinde senin, benimkilerse kabak çiçeği. Bir ecel kurmacasında değildi düşüm, ne de korkumdan umudum bir fayda... Mekânsal ıraklıklığı gönül dağı belleyip, Freud’un fısıltılarına kanmadıydım. “Çıkar”mış ya hani bir yerden…


Ben, adına fal açılan yollara inanmadım sevgilim.


Bir adam, saçındaki tozu, dikizinden beni düzelterek silkelemişti. Ben ona kırmızı kalemler kırdım, o tik tak’ı aksak bir zamanı gözetledi.


-          Giderken beni uyandırma!... Nasılsa sırtına döndüm yüzümü…


Benim manzume olamayan, alt alta sıralanmayıp, üst üste örtünen kelimelerimin lastiği bozuktu belki, sen elinde bir kafiyeli demir çubuk, duvarıma vuruyordun, çatlakları düzelsin diye!


-          Kendi çemberinin merkezi, uzaklığı sabit noktalara eşitler adam. Ağrının içinden geçmeyip de, acına kapaklandığında, başkasının çatısı, senin pencerende dam kalır!...



“ Hayatta hissettiklerimizi, düşünceler biçiminde hissetmediğimiz için, hislerin edebi, yani zihinsel çevirisi, bu hisleri anlatır, açıklar, çözümler, ama müzik gibi yeniden oluşturmaz; oysa müzikte sesler, sanki benliğimizin yönlenişlerini aynen yansıtır, duyuların o içsel uç noktasını yeniden üretir…/  m. pRoUsT


Bir adam - hep bir özneyle toparlanmak istenen dağılmış hislerin içinde, gönderimi her kimse kimdi o şiirin – kadife elleriyle dokundu_n bana! Eller, o aynaya inat, yaşanılanın urganıydı çünkü; ben en çok ellerin_den utandım…


-          Karanlıktan korkmaya utanmam! Dur ben gömerim yastıklara başımı, fazlaca sıkınca hayallerini, yıldızlar çıkar nasılsa… En çok aklımda tutmak istediğimsin ya ondan sürükledim adımlarımı bunca… Yanımdan kalkarken saçlarıma dokunma!... Sonra, zihnimde filizlenen beyazları kapatamıyor hiçbir renk!...


Bedenimden utanmaya korkmam!... Bu öyküde bir terslik vardı!... Elim bir boş uzamda ipi çekilirken, vazgeçmediğim masallar çalmalıydı kulaklarımda…  Utanmadım… Korkmadım da!... Bu öyküde bir terslik vardı!...  Parmaklarımda ıhlamurlar filizlendi!...

                                           

                 -bağlama tınısı zihnimin: “uyuma! Hala yaşayan bir şey var!... öl!...bu diyalektik bir şölen olur!”


Ölçüyü kaçırdığında, en keskin acı tarçındır… Ben damağımı uyuşturmuştum; sense bir tutam oldun… Unutmadım! Yalan olur bazısında renkler; ben o ince çizgide  küçülse de kaybolmayan sonsuz nehirler öptüm… Kimsenin bir neferi anlamaya tahammülü olmayan zamanda, ben seni ancak susabildim; nefes alışıma saldım.

-          Ben… en çok ellerimden ve ayaklarımdan utandım!... sığamayan şeylerin daraltısı… ! Ama yokladığım ve bulduklarımı kavradığımca, o hicap dudaklarımda dağıldı bilyeler misali…


Kalbinde dost meclisi… kalbinde yanan yüzler… kalbin, kayıp ölüler diyarı… kalbin terk-i yarının, mantığından taşan kareleri… kalbin, merhemin tarihi geçmiş tanıklığı… nasılsa, öyle atıyordu, kulağımda öyküler...


Ben sana kaybolarak geldim… Çarığı aksak, öksürüklü bir kadın… Çekiçle kırdığınca dağılan o kokuda bağdaş kurdum! Kapından kovdular, adın-sanın bilmeden öykü özeti dökümanlarda uzmanlaşıp uzlaşanlar… bacanda tüten dumanda boğuldum ben!... Sen kazımak isterken harlandı körük…


-          Bana başkasına kızgınlığımı sordun, kendini atladın! Üzülmek mi?... Aranmadığın kalbimde bir Arap atı… Ben onu o gece bir tüfekle kovalıyordum!... Üzünçse, buydu en fazla..


Haramdır bellenende, susmak, terk-i diyarsa, yorulmak da kötü yazgısı-savrulanları toplamak!...- ne acı, oysa bu esas, ne acı…- ben bir karanlık ıslakta adımlar boyu rüya oldum sabaha, sana yazdım. Sen, elinde firkete, çatlaklarımı taradın!..- 


Bütün yanlış anımsamaların telaşına inat, can çekişte tek perde aralığı-sormam! sormayacağım!... tenimde kalsın...sarhoşluğun da boşlukları, titreyen bir yanı vardır! sızmak, bazen ertelemektir! - şimdi sormam geceyi! İnsan bunca huzurla ölmek isterken, soru dediğin bu sarmaşık zihine bile haramdır!- :


Sol omzumda, dudaklarından bir yanık türkü…



" Her şey kolayca, korkunç bir şekle bürünüyor. Acıdan kurtulmak bile..." *

                 - ah Claudia, bu neyin kahrıdır?...

* f.kAfKa_ mİlEnA'yA mEkTuPlAr

* L'avventura- m.aNtOnİoNi's

                                                                                                                   bir tarihe.../16.03.2013

1 Nisan 2013 Pazartesi

artık...alıntı...



" her hikaye bitebilir ansızın,
  bazen tam alışmışken..."

27 Mart 2013 Çarşamba

gün..ola..



Sahne,
Üzerinde kendini bulan için tehlikeli, parelelinde kendini arayan için kaos, dibinde izleyip de katılan için olanak sanki../haddim olmadan!-gün ola , anlam döne!...

duruşta dökülüş...







"...çünkü koşarken, ruhsal sarfiyatımı unutup, bedensel yorgunluğumda yuvarlanıp gidiyorum..." demişti.

ben dans ederken yaşamıştım bunu... ayak bileklerim öyle çok acıyordu ki, ruhsal krambımı, bedensel acının hilesinde unutuyordum...
sonra,
 uzun uzadıya birbirimizi görmediğimiz, ama gönlümüzü gördüğümüzce değil, anladığımızca birbirimizde hatırladığımız o adamı ve kendimi düşündüm yıllarca.
felsefenin tarihi de aynı menzilden, hani yemeğin salçası ve biberinden geçiyordu.

insan toplumsal bir hayvandır.
insan inanan bir varlıktır.
insan akıl sahibi bir varlıktır.
insan bilinç sahibi bir varlıktır.
insan bir açıklıktır.
...
...

karşılaşılan en yaygın soru, en kabasından "sen necisin?" di.

ben "-ci"liği reddeder bir entelektüellikte değil, "pişmedim, olmadım, olmaktayım"ında bir ısrardaydım.
platonvari bir yolun yolcusu, bedensel olanın reddiyesinde, söz konusu filozof da olsa kralcı olmadığımdan, belki felsefede de beklenen dikişi tutturamadım! pespayeliğim, salt-kavramsal olanın tıkanıklığına çirkeflikte, şu gördüğüm dünyanın-somut-soğuk-taş zeminine oturup, anne sözü dinlemedi!..

ama bir şey vardı:
o yemeğin suyunun buharlaştığı kriz anlarında, aslında her söylem, bir yerinden bir şekilde aynı çıkmaza, düşünce-eylem tutarsızlığına, bilginin iktidarına mahkum oluyordu!...
toplumsal-siyasal-felsefi olanı anlamak, öz-eleştiri bağlamında, pratiğin tadından geçiyorduysa, bütünsel olana ilişkin en yalın somutlama da, insan tekinin yaşam deneyimini nesnelleştirmesi değil miydi?

oysa bu "bireysele vuruyor, duygusallıkta kayboluyorsun" oluyordu.
marksizme göre insan düalist bir yapıdaydı, komünizmin onca değer bellediği, duygudan yoksundu da, ben mi bilemedim? ... -belki de...
ben, sen değilim! ve olmak zorunda da değilim! üstelik olmak, olanaklardan, tarihsellikten geçiyordu ya hani...
hani şu koca ve renkli puntolarla, özene bezene yazdığımız, hatırlatmak için bin-parçalandığımız, -ız ı, -ım ı da atalım, gömüp gömüldüğünüz, faşizme karşı yine de direndiğiniz bir "öteki" vardı ya hani.. "ö-t-e-k-i-l-i-k"...

yolu paylaşmakla, aynı yolu aynı sözlere, aynı adımlara, aynı dillendirmeye dökmek, aynı şeydi de..ben mi bilemedim?
"başka türlü bir iletişim"i, belki de en çok, biz birbirimize kapatmadık mı?
eleştiri güzel şeydir! deyip, eleştirildiğimizde, egosantrik halvetimizle, en güzel totolojilerde, bir adım yanaşmayı, yan-a yer açmayı bilemeyen de aynı biz değil miydik?

geçmişte kalabilseydim, kendime ayırdığım yer sanırım bu olmazdı. "SEN"e hiç çarpmamış olurdum. Geçmişi taşımayan "an"ın diem'i de olamadım!... "bir tarihim var"dı benim...

çarpıp durduğum, çarpmaktan da keyif aldığım; ancak kobay'lık halini aldığında da incindiğim- bir ruhum ve duygu bağlamım da var benim!- çözümlemelerin sürüklenişinde soluklanmak istedim. bu soluklanıştaki hızlı-bilinç akışının sorgulamalarını da, bir beyanat, bir kişisel gönderimden ziyade, genel sorgulamalar olarak kayıtlara geçirmek istedim yalnızca... - "git o zaman defterine yaz!"... itirazınız kabulüm olsun...

"toplumsal" addettiklerimizle, özel-öznel muhafazakar varoluşsal açıklamalarımız elbet bir sentez olabilir.
ancak,
insan, koşarken durabilmeyi, dans ederken ara verebilmeyi bilmeli...
bir boy aynasından ya da bir arabanın camındaki yansımadan da ziyade, "öteki"nden de kendine bakabilmeli.. öz-bilinç kurulumundaki öykünün sesi..
öbür türlü, tek sesli bir kuruluk, ezgilere bürünemiyor...

***

üretmeyi bir başkası ve kendi duygu alanımda aşil topuğu kıldığımda, sancıları da, bedensel-duyumsal bir varlık da! oluşumu da ertelemek, farklı bir iktidarı hatırlatıyor... sonra insan, istemsizce de olsa durakaldığında karşılaştığı birikmişlik, o hatırlayış, neresine çimdik atarsa atsın, dağıtamayacağı, erteleyemeyeceği bir kramp oluveriyor..

***
dokundum!...
senden geçtim...
eline titrekçe
sarıldım!...
ben! yaptım...!
ve buradaydım!
çekildim.. ve izledim...
beklemek değil,
ya da gitmek,
unutmak değil!
durdum!
tarihe bir anlam çentiği iliştirmek istemeseydim,
"sen"e hiç çarpmamış olurdum!...

***
ve
gün... 27 mart..:  ...







24 Mart 2013 Pazar

keşif..

Haritalar gördüğümde gülümsedigim
Bir kadın var
Ona baktığımca
Kesfediyorum!!

*teşekkürler..)

bildiğimce...





Fotoğraf


pürüzsüz
bir nakarat,
zihninden
kalemine
oturmuştu...
oysa kusurdan
kırgınlığa
uzanan
yolda
temas vardı,
dokunurdu pek çok şey...

sen bir tek,
yalnız bir kere,
unuttun sanki,
kıvrımlara bölündün,
fısıltılarında,
doku
dokunuş
ten
oldun...!
rüyalar
boyu
kırıştık sanki...

ben,
esas
o zaman
unutmak istedim!...
gördüğüme
gömülüp
sonra,
unutmak...



* sonra sen... sen sonra... pürüzsüzce uyandın!... san_ki_ /rı oldu.. ezberi şaşmayan, bildiğimce...




20 Mart 2013 Çarşamba

süsü eksik, beğenisi olmasın,dili sürtük!...





kısa
notlar
düştüğün
yapışkanı
tanımsız
kağıda
...
eklektik
bir
dokunuş
yalnızca...
"anlam yüklüyormuş"
gibi....
insanlık lanetidir
"acıma"
....
-ma!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

az bir gayret,
belki yeter
belki...
eylemin mahiyetini
anlamaya...!

18 Mart 2013 Pazartesi

var /yok/hiç...






"varlığın çatlağı"
diyordu
o Fransız

...

elzemime
mührün,
esfel-i
safilin_dendir
dilime
karalar
çalına...


kaybolarak
geldim
ben
sana...


:

varlığ_ın
cemresi_y
-di!...


14 Mart 2013 Perşembe

: )...





dili de
gıdıklanırmış
insanın: )...

15.03.2013





içimde ekşi bir
tat
bırakıyorsun,
yani?
gidiyorum...


* zeka ile küstahlık arasında, az mesafe, ama kalın bir çizgi vardır.

...






unuttuğun
bir bükülü
sayfan kalmıştı...!

düşümde
çevirsem de,
anlamadığınca
soğuk,
elinin tersi öylesine
öğütlerine,
canımın yanığı
ayna köşesine,
hiç birine!
o sayfada kalıyordu...

ben
yüzüne
gömülüp
tarçın kokuyordum,
sen,
yalnızca bir kez
o ışıklı yolda
baktığınca
öpüyordun
ömrünü
kilitlerken
dübeli
tutmayan
o yanının
naftalini uçuyordu...
sen,
mutlu kal diliyordum


uyurken
gözlerimi yumduğum
şiirin
çerçevesini ters çevirdim.

koca koca taşları bağladım
o sayfa ucuna
düşümde ben,
bir çınar boğuldu...


.
kolay mıydı bari?
soğuk bir gülümseme
ne kadar kolaysa...





13 Mart 2013 Çarşamba

h_is...



ne oldu?
ne koptu...?

damağımda bir çatlak...
buruşuk bir tını...
yol... yol oldu, yarıldı da sanki..

ne oldu?

bilmiyorum,
ama..
oldu bir şey...

dizelerden
bir virgül düştü..
uyku dağa kaçtı,
yanan bitip kül
olan mı var?
bilmiyorum..
sadece,
bu sefer,
gülümseyemiyorum...

                                      telepati!.../ mr.

12 Mart 2013 Salı

ba-da-na...






çünkü
yosun tutmasın
karıncalanmasın
güneş almasındı
ağaçlar,

yalnızca
şiirlerinizde
kafiyeliydiniz

salyangozlar
ve
çünkü
unutulmaya devam
edilsinlerdi,
askeri bir
nizamla
kurutuldu
toprağın sarısı

köklerinizi
acı kirece
yatırdınız...

11 Mart 2013 Pazartesi

kristal...







" geri dön! her şey affedildi" *




aklının
pervasında
ben,

bir
kum
balığıydım / ...




* w.benjamin_    sOn bAkIşTa aŞk_       
 "... Çünkü, yalnız on beşindeyken bildiğimiz ya da yaptığımız şey bizi cezbedecektir. Dolayısıyla, hiçbir zaman telafi edemeyeceğimiz bir şey vardır: onbeşimizdeyken evden kaçmamış olmak. Sonradan anlarız: sokakta geçirilen kırksekiz saat, tıpkı alkalik çökeltide olduğu gibi, mutluluğun kristalini yaratır."

9 Mart 2013 Cumartesi

titrek...1...




nefesini öyle bir tutar ve içinden geçirirsin ki... bulanıklık ve netlik arası o "an"ı dijital bir uyarı sonlandırır... insanlar da işte bazen...

denklanşörle temasın gibi... zihnin biraz olsun titrerse, netlik de bozulur...

"Kazıkçı Ahmet" vardı mahallede... iki dükkan yanında da çolak Ahmet... Çolak, bilardo salonundaki Ali Şen'di yeni yetme imgelemimde... ince ince süzer ve sıkça elerdi dükkanının girdi-çıktısını... öbürü hep cebindeki hesabı kırıştıran kolundan olsa gerek, O'nda yoksun olan diğer kolu değil de, kadife bir bakıştı... ama en fenası, bir kere bile göz göze gelemediğimiz Ahmet... çocuk bildiğinin, ekmek almaya yol parası bellediğince koşuşturduğu kapısı hep aralıktı; dışarıdan değil de, içeriden üfürüp duran bir hayal kerhanesi... kaç bozuk sakız, düşen dişimize dolandı da, dolgusu bile afilli vitrini oldu Ahmet'in... Her seferinde sokak boyu patlayan aynı çatapattı işte, adreslerin kumaşı leke tutmuyordu...

kurduğun her cümlenin adı önceden konuluyorsa, belki de metafordan başka çaren kalmamıştır!...
reel olma iddiasındaki her harfin kökü kurutuldu sanki... "anlıyorum" dediğinde, o "an"da bile olamadığınca unutmak seni... küf kokusu fena! çay saatindeki masa kurgusunda kulak çöpü kalıyor her güzel anlam..

bir de mahallenin düş simyacısı vardı... sıraya girerdik uygun adım... yosma kapılara inat, bir er_i bir kilit  kapı önünde bizi dizelerdi... katlarından yoksun, bir giriş bir oda evlere alışıktık da, bu minyatür sığınıştan esin almış olsa gerek, paçası düşük sümüklü rehberimiz bize Türkçeleşmiş cüceleri anlatırdı... bir keresinde ağzımın açıklığına hayretliğinde bir dede durup sormuştu halimizi... terliklerine takıla takıla topuklama çabasında rehberi yitik seslerimizle, _insan sanki ya korkudan ya da yorgunluktan özetler ya hep_ kopuk cümlelerin kurbanıydık...
- "olsa olsa o cüceler sizsinizdir... hadi! evlerinize! pamuk anneleri bulmaya..."

evin içi çolak yanlarımızı toplayıp da, öbür kolumuzun uzandığı hep ötedeki lekeli bir pamuk şekeriydi... bakırdan cahil imgeden zengin o simyacının, hokus-pokus borusu paslıydı...

sahi...anladın  mı?...




insanlar da işte bazen...

denklanşörle temasın gibi... zihnin biraz olsun titrerse, netlik de bozulur...



... ....



7 Mart 2013 Perşembe

KAZMA-KÜREK-KADIN!






- "hocam ohooo birikmiş çöpünüz..."

                              b: ... şey... çarşamba günü ben dersteydim..oda kilitliydi..belki hani bendendir... sorun değil!...


- "yok hocam..benim de ihmalim olmuş... tek başına koşturmak zor oluyor.. bulaşıkları bir de.. soğuk suda leğende yıka..durula... garip..işte..bilmem..."

                           b: içimden_( garip... gariplik ikimiz için de!...üçümüz.. dördümüz.. hepimiz!..)
                              - anlıyorum... atarız şimdi.. olur biter...

- " hocam işte... üfff...."




***

"uç uç böceğim... annen sana terlik pabuç alacak..."    ( nAkArAt: I)

iki kadın
iki dünya...




s.s.z.n.z.m.





düş!!!!_ me
düşüme...
yaralı kanatlardan
geçeli
çok oldu
biz...
ama
ben,
bilmedim o
destur
düsturları...!- sen çizdin kalın çizgileri!-
denizin
ufkuna
makas ucunu
kaçıranlardan değildim!...

en ağır
mesafe
sessizliktir...
...
düş!...

4 Mart 2013 Pazartesi

...






s /a/n/r/ı


büyüttüğün
bir
tanrının
kucağından
yere
indiğinde,
kalbindeki
uyuşma
da
dağılır...


yeni/yine/yeniden!...: )

3 Mart 2013 Pazar

...!!!!!!!!!!!!!






izninizle,

lütfen 
dilinizi ısırdıklarınızı
üzerimden çeker misiniz?

üzgünüm,
gülümser
mastürbasyonunuz 
olamam...
en fazla
"dertli" kalırım 
pimapen
barınaklarınıza...

üzgünüm,
çeliştiğinizce,
çeliştiğimce ve de,
konuşur,
eşek arısına
yadigar kalırım...

yani,
sıvazlamaksa
ömrünüzü,
dert değil...
ama
adıma
yüklediklerinizce
yükselen avuç içinizin
tersini,
bir zahmet
çeker misiniz?...

***

sen-için_?
yaptıklarının çetelesini
tutan,
sana hiç dokunmamış,
kendine 
yatırım yapmış,
üzerine de faiz bindirmiştir!...

kalsın!...

dokunan,
zamanı başka yerinden
biriktirir,
çoğunlukla da
unutkandır!...

ama 
yalın ve
dolaysızca
hatırlar senin
adını!...

***

alın şu
yalnızlıktan bedbaht
ve hep size
çalan mevsiminizi...
kalsın ulan!
kalsın,
yükleye yükleye bitemeyen
tümceleriniz...
ama kalsın artık...
bırakın...
öylece kalsın...
lütfen!...

***

mutluluk arayışının
düşünsel tarihini
biliyorum...
bunun anlamlandırılışını...
buyurup da
bununla övünebilir
hayatınızın
aslında hiç olmamış hatırını
bununla kıyas edebilir
bundan 
muazzam bir keyif de alabilirsiniz..
eyvallah!...
ama 
kalsın...
ben artık
burada kalayım...
olur mu?...

*** 

28 Şubat 2013 Perşembe

kişiye...




ben...
temelini
kırandan korktum da,
alçının kaba işçiliği
kalmış yazık bu zamana,
ona koştum...

bilirim,
iRlAnDa,
bilirim
hiç
bir
yeşil
affetmez beni
şimdi...


23 Şubat 2013 Cumartesi




ben...
Atinalı değilim,
ne de tİmOn...
kursakta
bırakmak,
bana
en inançsız yanımdan
yine de dokunur...

değilim...!
ama..
giderken ben,
kalacağımı bildiğince rahat
olanlara gülümsüyor,
lafını pandik gibi
bir ergenlikte sokuşturanlara söverken...
veda busesi diyenlere,
ancak bir hüzün
perdesini
aralayamadan bakabiliyorum...
benimle "son bir kez"
demekteysen..
bırak kalsın...
en azından "don bir kez"
kalıbına ihanetim olsun
inanmadığım günahlara
inat!...

ben senin
saklı odandan
bir kitap çaldım..
yerine
satırlar koydum
zaman boyu...
bırak..
kalsın..
istemem..!
en çok bu yaralar..
anla!
istemem!..
busen sende kalsın
ben,
bütün anlaşılıp da
anıştırılamayanlar adına
sırıtırım...
profili iyi olan gülümser,
sırıtanlar sa yalnızca
yere bakarken güzeldirler..

"son sözler yalnızca..." ben bir ak sakallı dede bildim!...
ona inandım!...
ondan...
yok,
son söz
henüz yok!...


eyvallah!...

17 Şubat 2013 Pazar

m_ağ_ır_a...





anlamına küsmüş
bir mağaradan,
sesinin yankısını
bekleyemezsin!

"su 100 derecede kaynar"
genellemesi
dilimize tüy dikmiş...
akıp giden su,
0 derecede donar!

hayır hayır...!
kendime kızgınlığım!...
yani,
kendime kızabileyim diye
egzersizler yapıyorum günlerdir...
sanırım umut vaadediyorum!...
narsisizm uzaktan öyle "hoş" mu
görünüyor bilmem ama
eğer bu kanıya erişmişsen,
düşünce bağının
uzaktan "boş!" olduğu kesin...
insan,
neresine sığıştırmak isterse istesin,
öfke,
en bariz değer veriştir!...
bu sefer ben,
kendime öfke tütsüleri
yakıyorum!...

bana,
- hiç sormamam bundandır!,
ve her seferinde sorman da!-

neden bunu yaptığını bilmiyorum...
"bu"...?
yeterince
didiklemeyi bilen,
bir şekilde tanıma da erişir elbet...
o zaman,
iyi-kötü
nokta atışından
bir başka kapı gıcırtısını
yaratmak mümkün olabilir!...


üzerime alındığım
dizeleri,
sarmalandım...
ayaklarım üşümedi!...
neden
"ayaklarını sıcak tut kızım"
dediklerini
anladım...
ama
ben
o cogitoya
inanmıyorum!
soyut
dizeler
ruhu sıcak bir şarabın
sarhoşluğuna sürükler...
sonra
bir "yokmuş"_luk
oluverir bedenin...
endişelenme,
kendime sövüyorum!..

ben sana,
benim bebeliğimi
çözümle diye yazmamıştım
oysa...
bunu yapabilmek için
yetiştirilen nesiller tanıyorum,
ironik olarak
ve düzenli
olarak benden daha ağır
ilaçlar kullanıyorlar!..
korkunç bir sarmal bu!..
( tamam tamam, dokunmuyorum psikanalizme!.. onlar ruh arkeologları..!)

ben bundan
anlatmadım!...
tanışamayacak kadar
kalabalıksa
zaman...
mektup yazacak
adresin de yoksa...
anlatırsın..
insan,
"şimdi ve burada"lığını
şimdi ve burada
olamıyorsa...
anlatamaz ki!..
geçmişten dem vurur!...

anlamını saklayan
bir mağaradan,
ifşa ekoları
bekleyemezsin!
en zoru,
en kolay gibi
görünen
inançtır!
insan,
inanmadan yaşayamıyor,
ama,
kulağı iyi işiten bir
Deccal
kapı arkasında
olanların,
kulak arkası edebildikleri de
azdır!...

affettiğince
utanan insanlar,
içinde en kibar
çizgileri
bozanlardır!...
belki...
bak,
belki de
ağızları bundan onca
bozuktur!...

evet,
benim de
iki ayrı değil,
iki aynı
metabolizmam
var_mış... (beden..ruh..)
bazen,
bana da dokunup
da
ağır gelebiliyor_muş
bir iki satır,
bir iki görüntü...

nasır
dediğine üretilen
ilaçlar
uyuşturucu gibi..
en sonunda,
senin tutup da
o kalın ve ölü deriyi
canlı olandan
çekip sökmen gerekiyor..!

nasır
tedavisinden
sıklıkla geçen insanlar,
az sayıda
gülümseyerek
göz kırpabildiklerinden
gayri,
donuk bakışlıdır!...
hem
gözyaşı yerine,
geniş-açıyı
tercih ederler
o deyime inat!...

anlamını
saklayan,
dil ucunda
anlatıp da anımsayamayan,
paylaşamayan
bir mağaradan,
sonsuz bir kuytu
bekleyemezsin...

o,
sonsuzca
oturabilir de,
"misafirlik" de hani
günü biçilmiş olandır...


"yoruldum" da,
"yalnızlık" kelimesi gibi,
sürekli
yağlamak gerekiyor...
allayıp
pullayıp
süslediğince mi
inandırıcıdır bazı şeyler...?

istemiyorum...
inandırıcılıktan
uzak kalan
gerçekçi unutuluşlar gibi...:

yoruldum!
kalbime inen ağrının
krizlerine
bile yetişemiyorum!...

taş
taş üstünde kalmasın,
gemim
kağıttandır,
sonu tufan değil,
telef olur
sizin ezberinizde
diyen
mağaradan,
anla ki o
tarih denen
ezberi sekmeyen
kayaları
taşımaya çalışıyordur,
Sisifos
muyum?
yoksa...
diyen
bir bulanıklıkta...

bunu,
sahi,
bunu anlayabilir misin?...

bu kadar yüklüyken...
o mağaradan..

***
boşver..
boşver...








13 Şubat 2013 Çarşamba



evim..
evim..
güzel..
evim...!

hak edilen içkinin tadı,
ve
eksik de olsa,
kavuşmalar!...: )                                  / 13.02.2013

doğduğun gün,
beklediğim gün oldu,
çocuğun oldum,
şimdi büyümüşüm
meğer,
doğmuşun tersine tersine
iyi ki
deli kız!.

...




kulağıma fısılda sen
tınını...
renkli
sesin
yollar boyu
çınlasın!...

alıntılardan bir gün...: )








" rüzgarın dağımda olsun,
 esmerliğin gecemde
 öyle kal, sana sonsuz
 sarıldığımda." / b.keskin



keşke...

10 Şubat 2013 Pazar

serv-i âzâd





donuk ama
kibardı
tanımların...
bir mürebbiyenin
uyarısında kaybolan
şevkatinin topuk sesi...

ben
bütün "den den" lerinden
geçtim zamanın!...

mevsimsiz
bir yaban çileğinin
hâr-ı edasına
takıldım...




havadar...




evi havalandırdık...
temizledik evi...
"lütfen eşyalarımı eciş bücüş önüme sermeyiniz... zamanla!..taşınmak bile zamanla..." 


silkeledik,
birikmiş kırıntılarda
bulduk birbirimizi...
yorgunluğumuza 
alkol bastık,
biz öyle işte
hep yarım yamalak,
çerez ettik 
suskunlukta bildiklerimizi...

- ben: en ağır suskunluk, sanırım en bildiğin yerden gelen sorulara dair...

ana-kuzusu olmaya ömür denen
yetmedi,
kurt kaptı,
dağın haberi yok...

"sanki fizan'a gidiyor mübarek e be..." 
küfrüne girme...
fizan dediğinin uzaklığı,
acısından olsa gerek...
ve bütün kahveler
hep Yemen'den gelirdi...

ayrılmadığını bildiğin
rahatlatır,
ve fakat...
şu şehri dönerken,
başka bir şehrin edasında 
bıraktığın da vardır elbet...
olsun,
kalbi gibi tınılar
yağsın ömrüne,
o,
aslında işte o,
seninle her yeri gezendir!...


üfürdük tozları,
şimdi,
bir filmdir
en kışkırtıcı olanı...
ömrüm kadar var olanlarca,
ben bir pazardır ya hani,
gülümsüyorum!... 

: )

                                                                                     bildiklerime!.../sevdiğimce.2013/ şubat/ pAzAr





...



http://www.yabancidiziizle.com/premium/in-treatment-1-sezon-16-bolum.html

8 Şubat 2013 Cuma

öksüz öykü...!




bir çingene kızı,
önüme arsız taşlarını yuvarladı...

bir öykü yapıştı ayaklarım altına...
ben,
defalarca kaldırım kenarına sürttüm,
gitsin,
katıp karışmasın bana diye...

"abla bakem bir falına da aydınlık yüzün şenlensin"...

takip etti,
köşe bucak
dönenip de,
kaşlarım yumuşayınca,
bacaklarıma sarıldı önce...

çocukken, "falım fallandıııı! falım fallandıııı!" diye gülümser de koşardım büyüklerin püskülü peşinden...

"şişşşşş! denmez öyle, çok ayıp!" derlerdi...

saç bağı kara ellerine süzülen güzel kız,

" sen bir klarnet tuttur... darbukanın tınısı olsun şenlik, belki şu gökyüzü aydınlanır az..."


ben o öyküye alıştım...
bile
isteye,
bacaklarımdan sıyırıp,
gönlüme koydum.
biliyordum,
anca biraz daha kalabalık,
ama yine bir yalnızlık olacaktı...
sen,
anlamaya çalıştın,
üzüntüde yakalanmaz oysa öyküler,
...
anlamadın!...

...

"ablaaaa!...abla... bakem ya..." 

...

al!_bakıntı...





birhan keskin/ "karınca" / ...

acı_çay...






öykümü gören oldu mu?

" - çay ... bir çay içelim istersen..."

aylar sonra,
o bahçenin tam ortasında,
saçıma lodos dolanmış,
saçların... uzamış...

benim saçlarım uzamadı
senden sonra...
bir şiir vardı böyle,
ona imrenmiş olacak...

son sözcüklerimiz olmadı bizim,
onun telaşından
koyamadım elimi kolumu
bir yerlere...
ondandır herhalde,
gözlerine teğet kaldım...

" eee.. ne zaman gidiyorsun?"... gülümsüyordun sorarken,
nefesin titrek....

demek istedim ben,
ben...
demek istedim ki...

ben seni çok bekledim,
bir mevsimin kıyısına
oturdum eğreti,
elimde güneşi kurumuş
yarım ısırık kağıt helva...


birileri,
bir şeyler anlatıyordu...
bir kendi parmaklarına
bir benim parmaklarıma kına çalıyorlardı...

duymuyordum ben!...
o köşeden dönecektin...
dilim kırılsın,
tek söz etmeyecektim ben...

ben,
bekledim...
en büyük cezayı kestim kendime,
tek satır yazmadan,
parmaklarımı
çıtırdatıp kıra kıra bekledim!...


"ben seni çoğalttım / sırlarım azaldı böylece"


"geçecek" dediler,
sormadılar ki oysa!
ben...
geçmesin diye günde üç kez
kaşıdım yaramı...

tırnak aralarımda biriken
kırmızılıkta bekledim
ben seni...


beni bırakmayan
bütün Leyla'ları
okudum tekrar tekrar...
duydum ki
"biz" olmayan bir şehre göçmüşsün,
ben ezberi bozuk
şu şehirde
sokak sokak,
kapaklanıp da
yüzükoyun,
seni,
bekledim...
etmedim,
inanmadığım yeminlerce
tek bir söz...

ağlarsam,
ölecektin sanki...
elinde
tentürdiyot,
pamuğa tükürüp
yaklaştı birileri...
ben
tuttuğumca
bekledim seni...


yine duydum ki,
kalbin ağarmış,
kalbim yaşlandı,
kulpsuz bir bastona
sarılıp ben,
bekledim seni...

sonra,
baktım
sevmişsin sen...
çekildim ben ömründen...
neydi o?
o,
tarifi tanımsız
ve muhakkak
vardı bir eşiği,
tarifsiz bir acıydı,
ben,
o acıda bekledim seni...

gelecek,
kimsenin anlamadığı,
anlamasına medet ummadığım
o yerden tutup,
ben seni
ben artık,
affetmek için bekledim...

bir adam omzumu öptü,
ben...
ben seni andım,
bir kaşe basıldı,
seni bedenime kilitlediler...!
ses...
edemediğimce,
ben,
bilirsin ya hani,
küfrettim...

insanın en aciz yanı,
yapacak bir şeyin olamadığı,
"geçti"
bilenlere diş geçiremediği andır!...

ben o anlarda,
seni affedebilmeyi bekledim...
yok..yok...
yazmadım tek satır yine...
yemin-miş bu ya hani,
o ekmeği öpüp de
başıma koyamayacak kadar
inançsızdım!...


sonra ben seni,
senden vazgeçişimde bekledim...
adını sevdiğimce,
ifşa etmeden durulmazmış
bu dünyanın inancı,
taner,
ben seni
kokusunu unuttuğum,
hatırlamak için
sarıldığım bir kadının
nergisinde bile
hatırlamaya utandım!...

ben seni
affedebilmek için
bekledim,
uzun sürmedi..
çile bekleyen arabeski
kaçmış çoraplara mahkum
şu zaman...

sevgilim,
dediler ki bana,
bencil olma dünya dönüyor,
yazdım...
sana yazamadığımca...
dünya yandı gün be gün,
ben de yandım...
yazdım da...

tutundum bir dala,
dalında
meyvesi varmış,
bilemedim...
oysa ben...
dindim onda...
dokunurken,
alıştım oysa...

"geçmişte mi yaşıyorum ben?"...

çocukları kırıştırdılar,
"bir varmış, bir yokmuş"
söyleminde
bitti masallar...

ben..
-miş mi geçmiş?
bilmem..
gelecek olsun dilediğimce,
sorguya çekildim...
tek-tük atan...
beklemeyi unuttuydum seni,
anlatamadım ben ona,
mecaz kaldım...

yok!
en yalancı kudretinden
sol yüzü parmağında,
tesadüf mü
bilmeliyim bunu da,
adımın baş harfi hükümsüzdür
şimdi,
öykümü gören oldu mu?
yazmışsın...
bağlamışsın...
yok!
meraklanma,
en inanmasını dilediğimin
cümleleri bile
başka bir isimde atıyor..
bana diyor,
diyor ki bana...
"geçmişte mi yaşıyorsun?"..

evet..
senini "şimdi"ye çekemediğin
fiil kiplerince..
evet...


ben seni,
bekledim,
affetmek için...
dikişi
yavşaktır,
unutmuş af deneni,
"ama dünya! ama dur bak! onca şey oluyor..."

dünyayı yaktılar!..
yıktılar..
ben utancım acı denenden...!
ben seni o utançta anlamadım!
affettim...!

merakları batsın,
yok!
beklediğim yerden anlayan olmadı!

kira kontratı bu dünya...
depozitosunu ödüyorum!...
ki sanki doldu
bugün,
sol parmağında soldu gün!...

beni-bizi
taşladıkları
yerde,
sorduğumca içtik bir kağıt
bardak çay...
zehirdir...
"geçmişte mi yaşıyorsun?"/ gülümsedin inanmadı, dinlemedi o adam beni!.../

şimdi'ye çekmedi
cümleleri beni!...

ben seni,
seni,
tenimden silsin,
üfürsün diledim biri,
o biri...
ay oldu...
bir yerlerde...
yüzüme baktın sen,
ben eğdim yüzümü...

yüzün yüzünde birinin,öykümü çalmış,
adımı...

öykümü gören oldu mu sahi?...

sen şimdi,
madem yazdın bedenine,
susma!..
hakkını ver harflerin,
gücenmesin tOpOr...

adımın baş harfi,
hükümsüzdür şimdi...







6 Şubat 2013 Çarşamba

eksik...



dinle kadın!:

sakın! sil o akmakta tereddüt eden sümüğünü!
sakın!
söylenmek değildir bildiğin elbet,
"hep berabercemiz için"dir sanarsın!..elbet ama,

yok! uyan artık...
ayıplar, kınarlar...
oturur bohçacı teyze gibi,
açıverirler perçini sivri ağızlarını
yumarlar gözlerini...

-oysa ne kadar da heybetliydi o komünal!_?_ haykırışları...

hafif aralıktan da bakarlar!
gözetlenir, gözlenirsin!...sen, "şimdiden özledim" derken..!


meğer ne çok özlü sözleri vardır, suya sabuna dokunmamış vitrinlerinde...
sakın...
duvarlara diktiler bir vakit insanları..
onları dinle..
ör kat be kat.. onları dinle..
ama sakın..
çünkü bildiğin gibi değil...!

- "eee.. hepimizin sonu bu" der...
sen öylece kalakalırsın...
"ama.. öyle demiyorduk ya hani.. hani..."
...

çek perdeni,
kornişi eksik olsun varsın...




3 Şubat 2013 Pazar

ifrazat...





adını ben,
adının sedasını
şimdi ,
adından düşen
şu mahremdir
gün,
çentik tutmaz,
lügatında
kayıptır anlamı
adımın...

"söyletmesinler derdimi",
kalsın!..
adını ben,
gazete kağıdına sararım,
kalsın...





2 Şubat 2013 Cumartesi

cürm...





"hayatı yaratan" lara ettiğin zulümle,
sen ki tarihin bir cürmüsün,
yazılacaktır yeniden!
dönen devranda
yeşeren umut*
dili sürçmeden hatırlayacaktır seni!...

*

30 Ocak 2013 Çarşamba

...



bir gün,
ismimi unutacaksın,
o gün,
ismini hatırlayacağım,
ve,
yalnız
ölmeyeceksin...

29 Ocak 2013 Salı

lüsid rüya...




dudak kıvrımındaki
matem yaraya
inat
bir kırmızı gonca
olmuş gülüyorsun...
annen kakülü nefes alıyor.

arkaik bir sey-rü sefadan
bakıyoruz birbirimize.
pencere önüne taşlar yağıyor.

cam kırılmasına uyanıyoruz,
bir taş alıyorum eğilip yerden,
bir taş alıyorsun külliyatının kefesinden,
sektirirken haklı hıncımızda,
yaşlanıyoruz...

biz öyle yaşlanıyoruz ki,
belinden uzanıp,
gövdendeki çatlak dünyaya
dokunuyorum,
acelemiz var,
"gitmeliyiz" diyorsun,
hafif meşrep bir şaşkınlığa düşüyor bakışlarım,
mahir gözlerindir,
gözlerimden bakıyor...
o an,
biz öyle yaşlanıyoruz ki,
bütün tanzimlerin
ezber bozuluyor.


                                                                                                                      29.01.2013



28 Ocak 2013 Pazartesi

kara_m_an!...




"kucaklama duvarı" varmış bu...?-şu-o şehirde...
 sensin benim "bu'm"  aNkArA'M!
O! şehirde...
ama kucaklaşmalar da,
hani,
yanak değdirmeler kadar tacizkar,
içtensiz,
sülüktür ya...

...

biz seninle,
sokaklarca sarılıp da,
bulamayanların şehri olalım varsın!...

basit..2






ben senin bahçene daldım...                    
sen ömrümün son kirazını çaldın!



                   

27 Ocak 2013 Pazar

cingıla sarış: devics...




“heaven please, I have fallen

on my knees and out of your arms
take me back Iam good now
heaven please I have given
everything to sing for you
give some back
love now.."

p_azar...




bir kuru dal
bildim ben seni pazar,
peçenden
bakıyorum...

26 Ocak 2013 Cumartesi

not "about": learning requires practices..: ))




I'm writing of me to you,

not "about"!

I've been thinking you...

It's not "aboutness",

is ofness!..



hadsiz, hüdutsuz...





korumak istediğimce,
düğmemi ilikleyip sustuklarımı,
şimdi,
ne gömüyorum,
ne unut_muş gibi yapıyorum,
ne de buruşturuyorum...

canı yanınca
insanın,
yakanın
yarasını koparır,
hatırlatmak içindir bazen,
"anla!" diyebilmek için...

("aşk zamanı yaraları"...)

şimdi,
yalnızca,
müsadenle,
müsadenizle,
"üstü bana kalsın" bir sürüklenişin,
"sahih cümleler
korkuturlar"ının hadsizliğini
yaşamak istiyorum:

seni hüdutsuzca seviyorum...

tam da burada, hadi bırakın kırmızı kalemleri, üstü çiziksiz kalsın şu cümleler... kalsın.. bir seferliğine, yorumun karambolünde, öznesinden kopuk, nesnel bir söyleme dökülmeden..."geçer" nasılsa.. gelir-geçer tablosunda erir gider..


24 Ocak 2013 Perşembe

...





elime, kırık dökük buz poşeti tutuşturup,
"unut" dediler..
teorik kazılarda zihni kararan benken,
nasıl bunca uzun açıklamaları,
nasıl bunca kendinden (_dışarı değil) içeri ezberleri,
bunca,
tarih-arası kurutulmuş söylevlerinde,
nasıl bir deneyim kısırlığı... nasıl?...

kanepe altı toz yığınında,
bu sefer dilime sürdükleri acı biberde,
nasıl bunca zalim...
hepimize kayacak kadar yer vardı oysa...

kıçımı yakma aşamasında,
çoktan yakı sancılarına alışmıştım!...

ben,
elimdeki o buz poşetini
dilime sürdüm...

***
elimize kırık dökük bir buz poşeti tutuşturup,
"unutunuz" dediler,
diyorlar...
ama,
bir fark...
tarih-arasında kurutulamayacak
kadar ıslak anılar,
taze yargılar,
güncel işkenceler..!

***

birine bir nottur: en tehlikeli insan, bir diğerinin mutluluğuna sataşandır! Ama, velev_ki hazırlıklı olsun bir yazılama, kötü ve doğrulamayan bir ezber ve olmayan bir beden akışı, çok daha beterdir!... _ uzaklaşarak git lütfen!...

***

" Ne garip, insan türü ancak  kendini mahvedene aşık olur." cİoRaN


" zaman geçti
  zaman geçti ve saat dört kez çaldı
...
ben mevsimlerin gizini biliyorum
ve anların sözlerini anlıyorum
...

soğuk bir mevsimin eşiğinde
aynaların ağıtı topluluğunda
ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu gün batımında ... " h.h


***


mutluluk...                                         "ne olur üfleme!"...

bAsİt...






anlayamadığında,
canın sıkılıyor,
anlayamadığımda,
canım yanıyor!...

22 Ocak 2013 Salı

parantez...



" hiç bilmedin kini gızım.. kal sen böyle.. n'apalım"..
babaanne sözüdür ya şimdi,
canım hiç öyle yanmamıştı elbet,
ama,
sonsuzca sandığım,
bildiğim,
ve fakat,
inanabildiğin yere kadarmış
bekleyişin,
emektir,
haktır ya hani...
şimdi sana
geçmiş zamanın
külleri(m!)den,
sonsuz teşekkür olsun,
hikayesinin üzerini
çizemeyen
pinokyo...!

                                                         2: 22.01.2013

22.01.2013





bir ses...
özlem dediğinde
o tını...
sen...
neverlandçenin
en güzel
tümcesi oldun
bugün...!: )...

                                                seninle...başlangıç: tarih atılası zaman: 22/ 01 / 2013

20 Ocak 2013 Pazar

bundandır..



ben...
unutmayım diye,
başında bekliyorum senin!...

kapalının kapalısı!...




kinnamomon!,
büyü dediğinden yitiktir, 
kırık bir çöp parçası elimde...
ve anlamaz şu tarih,
tek bildiğim,
istediğim,
"geçsin!"...!

çünkü...

çünkü bazen,
aynasındır,
en bilmediğinden!... 

...





" Başını omzuma yasla"
öfkemde,
taşıyayım seni...

19 Ocak 2013 Cumartesi

ar_ş_çın...




tarçın:

kok hep!...
kok işte!...
var_mısın? yok musun? sınırın canı cehenneme!_


-sın...
iyi ki!...

hepsi bu...!                                                   kara/an   / 2013/ kayıtsız ölüm!...






ağzı bozuk!...




"canım yanıyor" diyorsun...
"dur!" diyor..
"orada dur!"...
kıyas başlıyor...
oysa o kıyas rölatif!
o kıyas... gereksiz oysa..
ortak paydayı ıskaladığında,
o kıyas çirkin!
hepimizi sürüyorlar bir yerlere,
tasviye ediliyoruz açlık ve sabır
sınavında... !
hey dost! sandığım,
sen bunu görmüyorsun,
ve sen omzumu
"pıh pıh"lıyorsun!...
sonra oturup da sen ideolojiye,
söyleme,
kadına,
ölümlere,
dünyaya dair bir şeyleri hiddetle
ve titri asaletinle
yazıyorsun!
"orta sınıf" diyorsun...
direği göklere dikmişin haberin yok!
sakın!
sakın benden kendine pay çıkarma!
kendi mastürbasyonunu,
ego tatminini
o çok bilmiş psikanalitik bilgin mi?_????????_
ekleyip de,
benden kendini kurma!
seni boşalttırmam!

bunu yaptığındandır,
ne "yol"u ne de
"-daş"lığını bilirsin...
bunu,
benim
üzerimden
kurma!
bundandır, asla göremedin senden öte
sen gibi olanları eşelemekten
göremedin!
bundan,
sürülüyoruz
ayrı ayrı illerde...
ayrı ayrı sınanışlara!...
ve üzgünüm ki,
kof kalıyor söylemin,
toplaşamıyoruz!

bkz.: örn.: tarih karanfilinin boynu bükük..o tek bildiğinden konuştuğun topuk deliği senin tarihin işte!   tarih şimdi: "dede... bana avukat ol diyordun! ama..."... / sen, bana konuştuğun saçmalığında, evrensel mesajlar vermeye çabalıyorsun!... evrensel sana uzak kardeşim!.. dön ve önce " ben!..ben!...ve hep ben!.." sızlanmandan kurtul! sonra yargı nedir belki öğrenirsin!...


kendine fazla gelmişin!
az geri al,
dikiz aynandan kendini
izlersen,
kaza bakidir!

***


17 Ocak 2013 Perşembe

mUt



"Mert dayanır namert kaçar,
Meydan gümbür gümbürlenir.
Şahlar sahi divan açar,
Divan gümbür gümbürlenir."


***

mUt


zaman olmuştu,
çok!
bağı çözülesi dizlerimde
teğet bir dokunuşa
susmak şimdi.
sen bir dili heceledin,
ben dilsiz kaldım!
bilmezsin.

ve
bilmezsin,
bana kaldı
öksüz şiirler,
gecenin sönük
ay ışığı doldu,
sabah da oldu,
bana kaldı,
yazmasam
kalmaya hacet 
olamayacak
şiirler..

bağı çözülmekten
kırık dizlerim,
bilmezsin
sonsuzdur bazen bir dokunuş,
yakandan çekiştirmeye
yaşım büyüktü,
yaşım mı?
yaşamın mı?
...
tekrarı 
pirüpaktır elbet!
sesinin
sözünün
tefekkürü
ezberimde bildiğimin!
bilmezsin!
"keşke yalnız bunun için sevseydim seni"... 

                                                                                                                           17.01.2013 / olsun hep aNkArA /