31 Aralık 2012 Pazartesi

anti...




içimizden geçirdiğimizce değil miydi?

- "hey gidi manyak! gel buraya!"

evet...
"ama dur!"

duramam!... adından dökülürüm!..
sen,
onun adından dökülürken...
birisi,
benim adımdan dökülürken...
bu,
yeterince anti-açıklık hali!....

! ...


bEnİm kANaTlArIm yOk!


yanlış gördün belki de,
benim kanatlarım yok!
ama acıdır ki,
senin hala
hürmetin yok!...

ne yapalım?
sap, keser hesabı!...
sopayı hatırlarsın elbet
sana
gökyüzünün bahşettiği!
ben şimdi o inandığım
göğü öğreniyorum...
ne yapalım?
canım onca yanarken,
sen başka bir mahalle diyordun,
mahallenin adabını bilmeden!...
çomağı sokuşturmaya çalışıyordun,
bu kadının çanak çömlek patlatan cinsten olduğunu
bile bile...!
yıllar önce o dolmuş durağında
sana tek tük bir cümle kurdumdu...
sen,
hala o cümledesin!...
geçen sene bu zaman,
telaşe- imişlikteki
telefonları,
"terk-edilmek" nedir bilmeyenlerin yaftalarını,
hatta... öyle ki...
senin dileklerini ...
unutmadım!...
unutmayışı bilenmek bende
bilirsin o kin,
başka bir sol yanımdan akar,
ondan..sade..sadece..unutmadım!...
ve şimdi
beklemem ben o Godot'u,
çay saati yudumunda,
tek tattığım beyaz süt deneni,
"o zaman" ın sonrasına katık ettiklerimce...
ve şimdi,
"ama aşk ......... ........... ............" deyip de tükettiklerinde,
gülümsüyorum kendime!
kendine gülümseyebileceğin
zamanların olsun umarım!...
umarım....!

                                                                    adı yok artık...o'na...   /  hep aNkArA! / 2012 / 17:27




" o bana geldi "





ellerim doluydu,
o benim koynumda büyüdü,
uykusuzluğumda...
bundandır belki,
iki büklüm yaşınca
bazen en çok o anladı beni!...

***

annesine sordu: - "ne alacaksın bana?"
evin gece bekçisi kılığımla
böldüm sohbetlerini..
gülümseyen bir hevesle ağzını aralayacak oldu,
"duuuuur!" dedim..
" söyle, ne alacaksın bana?"

- " ... eldiven.."

o zaman oturdu ilmeği kaçtı sandığım
yıllar  boğazıma...

"neden?"

- " çünkü kardan adam yapacağız..."
... ... ... ...

" sen.. ne alacaksın bana?"

- "ne istersin ufaklık?"

" ıııı... çiçek!"

- " çiçek mi? n'apcan çiçeği?"

" koklayacağııııımmmmm!" ....

... : açık... anlam...! gülümseyerek söyledin ufaklık... öğreniyorum ben de... zamanla..!


adın gibi kal hep...                                                                           / gÜnEş'e...

!...




yıllara saydırmayın,
soyutlamadır bu en fenasından...
tarih dediğini
sen yapıyorsun!...

olsun...






eski yıl
ve yıllar
sona ermeksizin,
kanı kurumadı hatırlarımızda henüz!
kamburdur ömrümüzde...

hem eskitmemeye çocukça bir özenle
kardeşlerimize bıraktıklarımızla
büyüdüydük ya hani...
"yeni"
demeye gönlümüzün erebileceği, sinebileceği
zamanlara olsun!...

29 Aralık 2012 Cumartesi

kırıntı...




ayrıntı...
bir fotoğraftaki uğraktır bazen,
başka bir zaman da
orada olabileceğinde,
o gün orada olamadığının
tesadüfi
bir ayrıntısı...

yOk öYlE dEğİL o! ...



rakı kadehini
sert zeminde çınlattı...

"zaman be! zaman işte..." "zamanın işi..."

başımı kaldırıp bakmadım...
rakıdan derin bir yudum, uçuk olup kaldı midemde...
"kaç yaşındaydın sen o zamanlar?"...
"ulan kız... ne sevmiştin..."

-"abiiiiiiii!" zihnime vuranı da tuttum, aynı sabit mümkün varlığın olgunlaşmış masa halindeki yaş halkalarını sayıyordum....
- "sen şimdi bundan ayılıp bayılıp, kodun bedenini bir yana yine.."

-"hayır!" cıyaklayamayan kalın sesim!...
... ... ...

-" kızım... bırak şimdi..şu adamı...o iş belli!..."

-"ziyadesiyle dostlar... ama ..." (başımı çevirip gözlerine dikip...)
-"ama sen ne o hikayeden bir şey anlamışsın, ne de bundan anlıyorsun be abi... eyvallah!"...



***

seni 15 yıl sonra görüp de sohbet ettiğime sevindim Eren Kırmızıaltın!... o odadaki herkesten daha iyi bilirim, ne zaman gülersin ve güldüğünde sol yanağında daha da belirgindir gamzen! Ne zaman kalkar gider, ne zaman şaşırır, ne zaman sinirlenirsin... Çekinirsen, söyleyemediklerinden kızarır yanakların.. bilirim!...
seni gördüğüme sevindim. / nokta!...

her deneyimi birbirine yontmaya kalkarsak, deneyim çokluğundan, perspektiften de söz etmeyelim!.. ve her bükülüş, rahatsızlık, psikolojik olduğunca biyolojiktir de...

***

daha anlaşılır vuruşlar adına,
kendime dönüp de sorduklarımla,
sarıp sarmalanacak bir kar yokken,
sarıp sarmalanacak sorgulamalarla,
"tadilat nedeniyle kapalıyız"
tabelası gibi,
matkap seslerine garktır şu zaman...
-ki "iyi yıllar" dileği en fazla bir devrim düşüdür ...
üşür o da kayıplarında,
ölümlerinde de,
başka türlü söylenir...

***

25 Aralık 2012 Salı

hicap




"Dinlenilen ve anlatılan şey aynı değildir." / I.Bergman 

"İnsan doğduğunda güçsüz ve uysaldır, öldüğünde ise, katı ve duyarsızdır. Bir ağaç büyürken hassas ve esnektir, ama kuruduğunda ve sertleştiğinde ölür. Sertlik ve güç, ölümün refakatçisidirler. Uysallık ve güçsüzlük, varlığın canlılığının dışa vurumlarıdır. Çünkü katılaşan hiçbir zaman kazanmaz." / A.Tarkovski 


Unutuş dediğin, paspası çırpmak gibi değil. Hicaptandır, hicaptan...




pöffffff!...



birbirimizi
her_bir_şeye
maruz bıraktık da,
"sür, kokla, zayıfla"
da
pek bir
ağır artık!..
Bartheeeessssssss!

açık...




sırrım yoktur da benim,
ben en saklı yanlarımı sana
gömdüm,
eşeleyemez
sandıydım zaman...
sandıydım ki ben,
güğümün tepesinden
sarıldım ya,
"öyle" olduğunca
kalayım...
bölünmesin
olmayan uykularım...
bölmek
tanıdık bir lügatın
derin sancısıdır da belki,
çarpınca işte,
o,
hesabı hep
açık bir bakkal defteri..
o,
entellektüel
bağlamsa,
kayıp
bir Feuerbach
oluveriyor...
ama daha gökyüzünü
sen bana,
ben sana
avuç-içi kalanları
verecektim...
susss!
denilmez şu zamanda!
kapa,
kapat hemen
görünce yara sandığını da...
onca katıdır
onca fire vermezdir
şu ahval...
dinle
ahali ne der?
sonra...

***

-emem...




dileyemem...
dilim varmaz zaten
doğum anından kalmadır
şu ömrü bükük
sızı...
dileyemem ki...
en fazla
diretir,
çığırır,
deliririm ki,

"gelsin artık" mesihçiliğinde değil,
" eyliyorsak eyleyelim" diye..

daha fazla
ağırlaşmadan
tarihin
her bir bitmeden
bir diğeri üzerine kapaklanan
yılları...

***

zaman bitmiyor ki
ey saf-ı derya,
zaman
yaşadığınca
geçerken
birikip de
savruluyor...

unutuş: 2


t_ UR _ uncu


koptu kiremit
kızılından,
sarardı
bir turuncu...
bastığımda
boza çalmıyor
süpürülmüş
o yapraklar....
uzun,
ışıklı o yolu
sis bellemiş
zaman...
koşmuyor
içimdeki
paradoksun
Aşil'i...
ne yaparsa geç
kaldığına,
"yetiştiğimce"
diyerek...
derisi pul pul
dökülüyor
bir başka ıslaklığa
dudaklarımın...

ne acı...
ne acı
bu döngüsü şaşmış
deneyimi unutan
devran...

24 Aralık 2012 Pazartesi

23 Aralık 2012 Pazar

günden dökülenler...




1.

köprü-üstündedir
bazı ayrıntılar... ve altındadır
görmeye yüz çevirdiklerimiz...
oturuyordu,
köprü sakin,
köprünün pazarında yarısı aydınlık bir
hüzün...
köşeyi dönmeden,
durdum...
başı öne eğik, bakıyordu anlamı sakin rüyada gibi...
bekledim,
o da durdu..
köşeyi ağır adımlarla alırken ben,
karşı çıkıştan da belirdi birisi...
o, aramızda kalmışlığında,
sırtının arkasından flütünü
çıkardı...
geç kalmacasına dinlenirdi şimdi bir pazar!...
iki eline yatırdı,
bana ve diğer "gelmekte olan"a
baktı yan gözle...
dudağına götürecek gibi oldu,
sonra yine yatırıp iki el boyu,
taş zemine koydu...
tam önünden geçiyordum ben,
tam önünden geçiyordu karşı çaprazdaki...
üçümüz de durduk...
baktığımız yalnızca
yerde uzanan flüttü...

***

2.

üzerimize
katliam,
üzerimize sayısız ölü toprağı serpilmiş de...
avuç-dışı silkeleyip,
süpürmek değil,
süpüremezsin kırıntı sanıp!...
tüylenmiştir zaman!...
üzerimize
serpilmiş
onca
yokluk...

***

3


"denklemleri  A4 kağıda yaz ve duvarına as! sabah-gece-gündüz onlarla karşılaşınca, ezberlersin de"...
böyle demişti lisedeyken benimle boğuşan matematik hocam...
ben.." ama ben duvarlarımda, şiirlerle, şarkılarla, kayıplarla, hep kalanlarla karşılaşmak istiyorum" diye yakınmıştım...
Şanslıydım ki biliyordu yamacımı... "ertele! bir süre.. mecburiyetten"...
duvarlarım  beyaza çaldı!...
= , =, =...
sabah-öğlen ve akşam...
hiçbiri benim yamacıma eşit olmayan
onca şeyi ezberlemek!...
hayat kurmak dedikleri hedefte,
acıyı azaltmak için...
bir zaman sonra,
artık yalnızca hiç anlamadığım trigonometrik hayaletlerde
ve üçgenin bütün açılarında
bir hafızada,
unutmuştum esas acıyı,
esas dokunuşu...
ne fotoğraf...
ne şiir...
ne yüzler kalmıştı...
rahattı böylesi elbet..
kurulmuş ve pili bitmedikçe
çalacağı belli olan saat misali...
şans eseri kazandığım o hayat belirteci_?_
sınav sonrası,
pijamalarımla sokak sokak koşmuştum...-)
babam elimi sıkmıştı yalnızca,
bölümümü zikretmek istememişti...
sonra o odaya girdim...
beyaza kesen,
parmak sallayan ünlemlerin hepsini
öyle bir hırsla yırttım ki!
hiç bu kadar zevk almamıştım şiddetten!...
bütün denklemleri yırtmak!...
sınav kalmadı...
sonuç kalmadı...
ferahlık kaldı!...
mekanik bir algıda
gördüklerimce değil,
hatırladıklarımca vardım,
hedonist kaçışta,
acının da bir adı vardı ama!...
denklemi sarsan!
sarssın!
ne kaldı ki enformasyon yığınında?
ne kaldı ki?
sarssın!
denklem dediğinin
sığınağı
en çok seni eşeler!...
"ama aşk bu denklemi sarsar"
...
başka türlü bir anlamsa...
açmak "varım" deyişi...

***

" ... 'sıfır riskli aşk'; rastlantıya, beklenmedik olana yer yok... Aşka çağdaş güvenlik kurallarına göre hazırlamışsanız kendinizi, rahatınıza uymayan ötekini başınızdan savabilirsiniz. Acı çekerse, bu onun bileceği iştir, sizi ilgilendirmez, öyle değil mi? Demek ki çağdaş yaşama ayak uyduramamış biridir.  .... Kaldırımdaki çukurlardan metro koridorlarındaki polis denetim noktalarına, her şeyin "sizin rahatınız ve güvenliğiniz için" yapıldığını söylediklerini fark etmişsinizdir. İşte ... sigorta sözleşmesi güvenliği ve kısıtlı zevklerin rahatlığı. / ... Kendi başına ele alındığında yalnızca karşılaşmayla, neredeyse hiç önem taşımayan bir başlangıç noktasıyla, sadece benzerlikten değil, ayrıca farktan da hareketle, dünya deneyiminin yaşanabileceği öğrenilir. hatta bunun için bazı şeylere katlanmak, acı çekmek bile kabullenilebilir. " ... ... ... / "Aşka Övgü", Alain Badiou

benim baktığım mercekten, bana bakan...





zihnime,
bedenime işleyen sızıyı,
inen çekiç darbelerini,
bazen yalnız,
seninle vurabiliyorum dışarı_sı neresi?_ ya...
tekniğin olanağında,
yazıda akıp gidip, bitmeyeni,
ben sende
biraz olsun
dindiriyor,
donduruyorum...
ve bir tını bazen...

"bekledikçe bileylenen yürek"...                                                             lUcİdA'ya....

acele/geç kalış...




seni kendi
egosunun nesnesi kılmaya çalışanın,
sende beliren, senin büyüttüğün, yarattığın,
biriktirdiğin ne varsa,
kendi yaratımı gibi böbürlenin atladığı;
aşksa, dostluk sanrısındaki yanılgının acısıysa,
aldatılmaksa ya da...
atladığı ayrıntı,
esas bunu aşman için tek failin kendisi olduğudur!
bütün bunları,
o kendisi çürütür,
söndürür
yavaş yavaş kurutur senin içinde...
ancak böyle aşarsın.../   : )



içimdeki tarçın kokusunu kırıyorsun... yalnızca bu...

22 Aralık 2012 Cumartesi

odun!



ne sandın?
ayağımda takunyalar
adını seslenip de
yığılacağımı mı eşiklere?
başını çevirsen
o seslenişlerle dolusun!...

ama değil bende o...
odunu kırmak zordur,
çırayı kolaydır...
ama çıra daha çabuk tutuşur,
kaynağıdır büyük ateşin...
odun közlenir,
çıra çoktan yanıp kül olmuşken...
ama,
tutuşmamışsa ateş,
harlanmamışsa
yan gelip yatan odunun
hükmü yoktur!...



* hala kırılabildiğimdendir belki varlığımla işgal edişim şu mekanı... seslenişim, karşı çıkışım, vulgar bir bağırış ve bilgidense, etim acısın!.. bir anlamı vardır bunun, yaşadığını hissedersin!... / ama çocukluktan beri sevmediğim, saklandığında seni sobelemeyi duvara değil de sırtına ağırlığınca vurmak sanan donuk zaferlerdir!... anlamsız!....bkz. ve kaçınız en hızlı adımlarla!...

aBlAm'a....




karanlıkta,
kendimi dünyaya tecridimde
koşup da gelen sana,
bir söz verdim ben...!
anlaşmadık,
ıslak ve tükürüğü sahte imza yoktu...
el sıkışmadık,
sen yanağıma dokundun...
çünkü yokluğumda
karnındaki cana sarılmıştım senin,
sen..can olmuştun bana aşıeremediğinde...
bütün şatafatlı zırvalığın ötesindeki
"sahi-den" denilişte...!
sayıklamalarımı koynuna aldın!
geceler boyu ayağımın soğuğuna sardın ayaklarını!...
sözümdür söz ya,
sende dinlenirim ben...
sözüm sözdür,
gerektiğinde
en derinden tutarsın!...
ve..umarsızca,
korkmadan,
hesap-ı kitabına karılmış
en sol,
en inanç dediklerinde bile!...
bunun ötesindeki
ilansız yakınlığında,
aile bağı saplantısını
bozguna uğratışımızda...
"dost" diye çığırtıyorlar, onun en konuşulmamışında,
ben..." seni seviyorum"
demenin ferahlığında,
saçlarından okşarım şimdi...


                                                                         aNkArA/ bozgun aRaLıK/ ablam'a....

!





kendine gel!...
can acıtıcısın!...
daha fazlasını yazmak,
gönlümden geçmez!...

21 Aralık 2012 Cuma

ağırlığımca...



beni
bir yerden alma
ve bir yere bırakma!
tutabiliyorsan
ağırlığımca,
ben ayaklarımı
çeker karnıma
ufalırım...

bkz!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!




evet,
yaşadığın dünyada
bir kıyamettir gidiyor!:
bkz.  :  [ 21 Aralık 2012] ODTÜ'de önceki gün Başbakan Erdoğan'ı protesto ettikleri için polis saldırısına maruz kalan öğrencilere yönelik operasyon başlatıldı.

Ankara polisi, bugün sabaha karşı onlarca eve baskın düzenledi. Çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.

Gözaltına alınan öğrenci sayısı henüz belli değilken, 4 Kaldıraç okuru, 1 Gençlik Muhalefeti, 1 SGD, 1 de ODTÜ öğrenci toplulukları üyesi 7 öğrencinin gözaltında olduğu kesinleşti.

Kaldıraç dergisi okurlarından Mert Atmaca, Mustafa Bozkurt, Hasan Koç ve Hüseyin Koç'un de evi aranıyor. [ETHA]

bilemedim..




o kadar sıkılmışsın ki insan,
kıyamet-i diliyor gibisin...
- "bir bulut yükseldi karşı dağdan".. "köpekler havladı gece"...
doğaya bile bunca kayıtsızlığında,
bulut denen yükselir, köpek dediğin havlar...
açık-hava klasik mantık dersinden mi başlamalı
senin boşluğundan aranıp durduğun
alamet için..
bilemedim!...

20 Aralık 2012 Perşembe

sümüklü kontes...: )





birisi "anneeee" diye sümüklenince,
hasetten miydi, yoksa bilmemekten mi,
"topla paçalarını" derdim...
belki de o küstah kibirdendi..
birisi,
gece yatağını paylaştığında,
ben "büyü!" derdim...
şimdi...
özlediğim çiçek kokusunda
bir kadın tanıdım ben...
farketmez, kalbinin geniş menzilinde,
naiftir de ondan farketmez,
öyle bir tuttu ki ellerimden...
öyle kısılgan yanlarıma dokundu ki...
en engin Denizinden hocamdır!
şimdi,
paçası kısa
sümüklü
yaşlarım
onadır!...
mutluluk çünkü,
güle güle ağlamaktır ya hani bazen!...

                                                                                                              ay anne'_m_ye...

19 Aralık 2012 Çarşamba

b_aş_lıksız...





Minerva'nın baykuşu
geceleri hep bildiğince
öttü...
ödüm patladı benim!
bundan,
kargaları besledim omzumda...
gece mi oldu?
gün dönüyor...
"bana" dedim...
"sevdiğine bağışlasın" deme n'olur
mendili elimde ıslanana...
"huzurlu uykular dile...
yeter..."
***


16 Aralık 2012 Pazar

cıngıl_blanks, fill in...




" I set fire to the rain
 Watch it pour as I touch your face"...

not:



not olsun:

1. güzel kadın, nergis kokuyorsun sen her daim bende!
görmezden gelemediklerinle sen,
çok şeyi görüyorsun!... bundandır haklı sıkılganlığında her dem güzelliğin!

2. ben hani
    kapanıyormuşum yazarken ya hani...- dağınıkmışım da!.. toparlanıp da mikrofona en özne halimden, "püfff-püfff" ses-kontrol yapasım yok pek bu ara!-

    bazen açık manifestolarım da vardır!
    bozuk fıskiye gibi
    pıtı-pıtı fışkırıverir!

işte en çok,
en çok o "gerçekçi şairler"in şiirlerinden korktum ben!
en çok,
o açıklıkta vurdunuz beni!...


   * elbet, gerçekçilikle kolaycılığı-konformizmi karıştırmamak da gerekir!...

eve dönünce ne tokat..ne dövmek bu!... siz..yanlış anlamışsınız!...




kar ...
yağmak istiyor da
yağamıyor...
en çok onu mu anlıyorum ne şu günlerde...

yağmasın!
ıslanmayalım!
çamura bulanmayalım!
dokunmayalım!
yaklaşmayalım!
yerleştirdiğimiz arka planımız ısınsın kuluçkada!
bağırmayalım!
özlemeyelim! (  - şişşşşşştttt! sakın sakın aman ha! söylenir mi o? yüktür! yük olur anca şu zamanda!)
koşarken kaydırmaz ayakkabı zincirleri çıkmış,
onlardan takalım mümkünse!
yoğunuz! yoğunuz! yoğunuz!
daha da.. ve daha da..ve dahası da!....
birbirimizi anlamayalım da,
sınayalım!
"neden öyle dediniz?"
"söyleyiniz ben anlamadım?"
"neden öyle baktınız?"
"neden öyle kaçtınız?"
neden öyle çektiniz saçımı?"
...........................................................................................

insan yaşıyla değil,
en çok insan,
gerçeğe kapaklandığı yüzüstü
acılarında
unutuyor kendini,
en çok öyle büyüyor...
ama büyümek sıkıcıdır...!
büyümek, iktidarlaşmaktır!
buradan en gerçeğinden
bir kutupsama yaratmasak: büyümeyi olumsuzlama=çocukluk...
tıh!
çocukluk,
kaçak katlar gibiydi..
dert o değil hoca!...

bir amcayla rastlaşma hali,
muhakkaktır ki bir yere ulaşma halindeyim..
bir cümle kuracak oldum,
amcam başladı anlatmaya...
ben önce
telefonumu, saat, falan kurcaladım..
sonra..
yüz yüze geldiğimizde,
öyle bir baktı ki bana...
çantayı koydum utanan yamacıma...
dinledim...
sadece.. sade dinledim!...
"canına yandığımın" derler ya hani,
tek dileği de buydu...
dinlenmek..! - her iki anlamını da içeriyordu üstelik...-
ayrılırken ettiği hayır dualarında,
bu sefer o yüzüme baktı
aynı "yüz yüze rastlantı"da...
aldık selamlarımızı...

üretelim!
ama.. birbirimizi tüketmeden!..boğmadan!..
üretim dediğin,
kapıların çarpa-çarpıldığı
umursuz hallerde
bir borsa anarşisine- evet..! anarşisi diyorum ben buna, her söylem kendi
zihni-sinir sorgusunda soru üzerine
soru halini alıyor!...-
dönüştürmeden!
belirlenmiş misafirperverlik,
aniden çalan kapı zillerine sağırdır!
o kadar ki,
merkeze kayıverir!...
kendinden kurar her şeyi!
biri mi var?
orada,
o eşikte?
biri,
yok burada "hoca" değil,
"dost"
ne mutludur ki en budalasından!
şey demişti: "ama O'nu görmemiş gibi yapamam"...
keşke yalnızca "görmemiş" gibi olsa!...
-miş gibilerde
bütün şimdi'leri yedik!...
kavramsal bilgi yığınında
unuttuklarımızı
örseledik daha da!...
o kadar çok açık anlam istedik ki!
yok ama!...
eğer o -bendeki tek ak sakallı dede ise,
yok öyle değil o gerçekçilik!
acına sıva yaptığında,
örtüp de görmediğin değil
ehl-i keyfince!...o kadar da soğutulmuş değil!


kar bu...
cinnet zamanlarda
bir Batı mevziine yerleşip de
kıyametten korunanlara
yağamıyor herhalde!...
kıyam_ı kıyımlarda
unutulan şu zamanda
kıyamet borusu
paslandı!...
ötmez!...
meraklanmayın!


o öteli
çok zaman oldu
-şimdi inadına bütün sıfatları belirli zamanın!-
sevgilim!....




15 Aralık 2012 Cumartesi

...







disambiguate me...!




"  karşılıklı oturuyoruz. konuşuyor: her zamanki resmiyet, mutat nizam, bilinen mesafeler.. gayriihtiyarî oynayan eller. izah çabası. sağa ve sola. aç, kapa. ve tekrar.
kelimeler. konuşurken seçtiği kelimeler. onları tek tek ele alıyorum. kelimeleri görüyor, izliyorum. alıp onları, bir daha diziyorum. o, bir cümle kurmadığından, kuramıyor olduğundan değil; ben, ona zihnimden cümleler kurduruyorum. benim cümlelerimi kuruyor. kurduğu cümleler, kurmadığı, kurmaktan vazgeçtiği cümleler..  " C.Ç.Ö


unutmak...?_ I








kIrAğI

yemişleri don
yasak bahçende
çok üşüdüm..
kalbe yaslı
çınar mevsiminin
nehirlerini,
acıya çalıyor
akıl...


* argumentum ad nauseam....

Birbirimizle karşılaşmadığımız, çarpışmayıp da teğet geçtiğimiz, koşmak değil, boğucu koşuşturmalarımızda, duyularımızı paket yapıp, büyük büyük önerilere, elin tersi süpürüşlerle "unut" nutuklarına dönüştürüp, yalnız kendi deneyimimizden, yalnız kendi acımızdan bir diğerininkine sürtünemiyoruz.. ! 
Ne kadar çok ses var... / kalbe yasladığını, akıl yıkıyor.../ unutmanın günlüğü olur mu?...


14 Aralık 2012 Cuma

sıkıl_gan: 1


eTekLiĞi sIkIlAn kIz: I

" Uzunca bir süre kendine sığınaklar kurup yıktın: düzen ya da eylemsizlik, başıboş sürüklenme ya da uyku, geceleyin devriye gezmeler, yansız anla, gölgelerin ve ışıkların kaçışı. Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti." ... / G.Perec/ Uyuyan Adam


Sol elimi, sağ elimin üzerine koyup bekledim. Dilimce uzananları damağım kuruyarak hatırlamaya, dimağımın  çevirmeye yorulduğunu duymaya çalıştım. En kalınından bir acı belirdi, yanık ve sıcak!... Fark etmemişliğin mahcubiyeti, sağ elimin orta parmağının iç bükeyinden en derin sitemini sunuyordu. Çevirdim sol elimle, sağ elimin yüzeyini. Bir avuç-içi belirdi...Üzerine, anlamı teleolojik kınalar yakılan çizgilere baktım. Kesişen çizgilerin ömrü nasıl biçilir bilmem ama, insan en çok avuç-içinden mi kırışır? Sakladığı, yumduğu, sımsıkı sıktığı dişine eş, tebrik ederken yüz yüze çarpıştırdığı, kuruduğu, ovaladığı, nefesini savurduğu, işlediği, nasır bağladığı...
Bir yarık.. Sol baş ve işaret parmağımla, acısını anlamak için araladığım kesik... Ne zaman olmuştu bu? Sitemi, hayretinde donakaldı: iki kesik arasına oturan kan!..

" Ağacın damarını bulmak için (marangoz değilsek) bir çivi çakıp iyi gömülüp gömülmediğine bakmak gerekir." / R. Barthes/ Bir Aşk Söyleminden Parçalar (Winnicot)


Aynı adın kulaklarımı tokatladığı acı bir tatta, beklenen tatlı bir avuntunun gıdıklayışı.. Sokaklar tenha, arka cepheler kollanır, hesaplar yapıla-durulurken, kaşlarımın çatık düşüklüğünde sığındığım çatının altında beliriveren o güzel kadının sesi: "sıkıldım!.. aynının tekrarında her şey çok sıkıcı!"... Sonra bahçeliği kalmayan beton yığını bir avluda, bir adamın bir adamdan ayrılışından geriye kaldığınca kendini anlatışı!... Ayrılığa dair cümleler bile ayak-üstü, kulaktan kulağa aynı fasıl: " Bir bilsen ama... Yok öyle değil... Ben onu başka sevdim, seveceğim de!.. Ama kararımı verdim..."

" Dünya benzerlikten değil de farktan hareketle incelendiğinde, gerçekleştirildiğinde ve yaşandığında nasıl bir yer olur?" / Alain Badio/ Aşka Övgü


Sol elimi sağ elimin üzerine koydum. Sen tokalaşırken, o sitem avucunda kaldı...

" Söz, bilincin hallerinde ortaya çıkan imgenin bir üretimi ya da vücudun sinir mekanizmasının işleyişinin sonucu olsaydı eğer, üçüncü tekil şahıs diliyle ifade edilen bir fenomenler dolanımı içinde kaybolup giderdi." /M.Ponty 


13 Aralık 2012 Perşembe

kArA dUt




kArA dUt


rengini çal ağrıyan,
ağaran yanlarımıza,
iki yanlışın götürdüğü,
bir yara olsun!...                                

12 Aralık 2012 Çarşamba

-üm (yazarken en somutundan sigara sağolsun! yandı iki parmak-boyu arası...!



"ama ne yapayım öyle!.. kalabalığım ben sıkça! ve ama aşkmış.."la başlayan cümlelerin kulak deliklerimde küpeydi!...
anne eli, bir kelebek kondurdu!...
soru sorma şimdi bana,
kalabalık,
sureti örter!...
üzgünüm!....


değil!...."vajina"



Bir hocama, ,bir dosta! yazmıştım: "birisi bana okkalı bir tokat atsın!"

Dtcf felsefe bölümünden iki arkadaş...

Hukuk felsefesi almadığımızdan mıdır?

almak mı gerekir? birisinin gözümüze sokması?

gündemde ben de vardım!..."öğrenci asistan" tamlaması nasıl da tatlı değil mi?

durun orada!... Sigorta? Güvence? ve iş tanımı?

"allahtan_?_ sicil yoktu!"... _?

uyan!

ben kadrolu öğrenci ironisindeyim, henüz bunu dahi tartışmadık, uyan!

senin yanında, hani yol'dan, -daşlık'tan geçtim de...
birisi var!... sen gibi!
uyan!...
acılarımızı yarıştırmayalım, mermi dokununca bize!
duralım, omuz-omuza!
ancak böyle....
sapan dediğin bir şey var!!.. hatırla!...
birileri öldürülüyor! birileri büyültülüyor yaşça!-gönlü büyük!-  birileri haykırıyor (itü!)
uyan! artık...
kulen delik deşik! anla artık, sana dokundu ya bir ucu!
aynı yerin, aynı tinin tekrarındasın!
düş bir dünyaya!
an-be-an-an-la!
orası değil çıkış!
orası yorumun yorumunun yorumunun elitist yok oluşu!
bir kıpırdan! çok aradığın, kendi anlamın olsun!
kıpırdan artık!...
çünkü cogito ergo sum değil!
anla!....

***



10 Aralık 2012 Pazartesi

yağmur yağdı..böyle oldu...



"yağmur yağdı,
böyle oldu"...

eskimiş bir yerde gibiydim,
öyle savruk...
adımımı adımıma katıp
orman boyu yürüyüp de ıslanmak...
yok benden ötesi!
derken...

ve beklerken öylece bir duvara
yaslamış başımı, en dost bildiğimi...
nereden seçtin de gördün..
nereden geldin sen?
öyle bir cümle kurdun ki..
yağmurdan da ferahtı!
sade... bulandırmadan..
öylece!..
pat diye!..
bilerek üstelik de böğrümdeki yarayı...
kaldı mı böylesi?
dedirteninden...

yüzüm yağmur koktu...
öyle çok okudum ki bugün..
hadi öyleyse...
paylaşımı hesapsız
bir geceye olsun...


9 Aralık 2012 Pazar

yaz kızım: "insan ölebilen bir varlıktır!" ...



garip...
uzuncadır gördüğüm rüya değildi!..
rüyamda şimdi,
son karşılaşmamızdaki yüzünü saklamışım meğer..
gülümsüyorsun kitap kokusunda...
son bir kez rastlaşabilmeyi mi diler her insan
ölüm haberlerinde...
o son olduğunu bilmediğimde
o güzel gülüşünde ratlamışım son kez meğer...
ve..
sadeleştirme çabasında,
buradan, hayat denenden,
yiyip bitiremediklerimizden...
sadece.. sadece..
ve... hoşçakal...


                                                                             sAm'a... 2012/ aralık/ ankara

kişi_ye özel.. gam...




arkamızı dönüp giderken,
ben hep bir dönüp de bakarım...
satırları, paylaşımları
yeniden okumak da,
ayrıntıları görebilmek.. dönüp de bakmak bir...

anladım!...
bir ölüm girdi araya mesela,
mesela bir yol...
şimdi oturup çözümleme yapmak,
senin, dönüp de bakmaya değer bilmediğin,
yakalayamadığın
ve hatta "üzgün_üm"sün ki,
dönüp bakmak falan da istemediğin
yakınışlarına parmak sallamak olacaktır yine...
bu bir ironi değil,
anladım söylediklerini!...
ama onları anlarken,
başka şeyleri de...
sesimden düşüyor şiir dizeleri...
daha bir bilirsin acıyı da ölümü de
ömür farkından...
ama... gelip de çarpanlar,
susturur bazen...
bir sayfada kalıverirsin ayraç misali...
"hicran"... "gam" olur bazı "zaman"...
ne düşünmek, ne yorum ne de ekonomi bağlamında gelir elde etme ereğindeki eylem anlamı...
hepsi kalsın!...
kulem yıkılsın!...
kalsın...
insan anlayabilen bir varlıktır, insan insana değince fark edebilen,
ben de insansam...

gördüm!...
"bir, iki, üç, tıp!" dilindeki vazgeçilmez kadın figürü, çerçevesinden sırıtıyor şimdi!...
şimdi o bana, o parmağı sallıyor!...


".... eleştiri denince kendin dışındaki herkesin hatalarını görmeyi, duyarlık denince de salt kişisel hissiyatının kaydını anlıyorsun ya pek sıkıcısın der ay anne." S.Karacabey...

hepimize gelsin... 

kalsın duyarlık,
kalsın hata, doğru, yanlış, karmaşa... 
buyurun_sunlar... 








"............"





" Bütün filozoflarda dizge, insan zihninin ölümsüz bir gereksiniminden doğduğu için, gerçekte felsefenin ölüme yazgılı olan bölümüdür." _ k.marx /  fElSeFe iNcElEmElErİ

- da demekmiş: 1




gam: Ağ ipliklerinin burkulması durumu.

8 Aralık 2012 Cumartesi

korkarım...



geç kaldığına, hala yetişemiyorsan, sonsuzca bir geç kalıştır o artık...!

ve bir kez daha:



yorgunluğun o belirsiz özneleri..

nasıl özetlenir bu?..:
o adımı atamayacaksan, benden çekecek isteme! 
ego problemine anlayış yerine kayıtsız kalmak istiyorum artık!.. bir de seçimlere!..
yoksa.. elini atsan bir bahane.. 
isteğinin
eyleminin sorumluluğunu al!
gökten düşen elmanın peşinden koşmadım!
elmayı uzatan, uzanan...ilişkisellik!... durmak..düşünmek!.. 
portakalı soyup da uydurduğun yalanda,
düzmece ahlakındaki
bütün olumsuzlamaların öznesi oldum..
özne?
ahlak?
-sızlık?
.. 
beni övme..
beni çözümleme..
bana sorma kendini..
gel..
senin düzleminde,
çay içelim.. şekerli mi şekersiz mi bellediğimizi, bilmediğimiz sayıp her seferinde soralım..
ne demeli ki?
eksik sarılalım..
... ... ...
ama
bu üzerine
tonla cümle kurulası ağırlığı
bana yıkma!..
kuramam..
kurmak istemiyorum!...
... 


***


çirkinlikten kırılıyor bilgi dediğin!...
ve hatta çokça yaşanmışlık da...
kalsın!
cahil dediğiniz insanlar,
yürürken uğradığım kediler,
köpekler,
hepsi daha pürüzsüz!...
kalsın olur mu,
kadınıyla erkeğiyle siz...
bana bildiklerinizi anlatmayın artık,
onlar mı sizi böylesine kaba,
böylesine umarsız kıldı?
acının hududu - hesabı yoktur!...
en fenasıdır 
bulur seni!...
eyvallah!..
ama,
en korkuncu,
yaşadığı acıları sınayan insanlardır!
yakınlığı da küstah bir dokunuş olur artık...
sen,
hesapsızca yakasından boynundan
çekip
öpersin!...
ama onda hep 
aynı cebir!...
en çok bundan korkarım!...
ve...
anlayınız!
onca açık_?_ mış_?_ kelime
karşısında
bir iki leke bırakırım sözcüklerdir benimkiler..!
maruz kaldıklarımın
hatırına değildir mecazlarım,
üzgünüm,
sen de maruz bırakmaya çabalayansın!
ne kadar komünal sarılışsa bir davaya,
ne kadar söz bırakmayansa acısı...
ama o kadar da bencil...
o kadar da vurdum-duymaz olsun
kulaklarım deyişleri!
bir adam bildim,
kadınları kibrit çöpü gibi biriktiriyordu,
öyle yanmış içi ki...
en ilkelinden ona yanamayanları
bir kutuda...
sonra..
içinden bir tanesi
kav oldu...
tutuştu birikenler...
adam yüzü-gözü yara,
"yanmadım ben" derdindeydi...
yanmayalım!
koşmayalım!
aman!... acıların bileşkesini kuralım birbirimizde!
durun işte beyler,
orada,
tam da olumsuzluyorum sandığınız yerde
bir sözü,
bir tanımı yüceltişiniz!
aşktır bu...
fena olanı sonrasındadır esas!...
esas siz şimdi,
sarkmayınız omzumdan
bir gece vakti,
aynı gökyüzüne bakmıyoruz!
şimdi,
güzelce dokunduğunda kalsan daha da iyiydi,
onca açıklama,
ve vicdan-ı zuhur yerine...
hayır, 
değer vermiyorsun,
senin kibrit çöplerini görebiliyorum!...
kavdan beterdir dilim,
beterdir de üstelik sevişim!...
geçiştirmez!...
ben o kutuya sığmam!...
eteklerimi
örtmeyi bildim gerektiğince!...
"geldiğini anlamadan gittin" demişti bir kadın ya da adam...
stok değilim ben ki , aceleden söz edesin!...
akrebi senin yelkovanında unuttuğun,
diğerinin zamanıdır!..
o cümlelerde yitiyor işte,
bir
"bekleme odası"na vuruyor her şey..
anlam dediğin,
seri üretimde kayboluyor!...
en çok ben,
uykuyu bilmeyenden,
sarıldığında kendini tanrı ilan edenden,
ve ben en çok,
haritayı yalnızca ülkesinden çizenden
korkarım!...

buyurun açıklık bayım:

- İnsan çarpışabilir,
 Canan da bir insandır,
 Canan da çarpışabilir...

- İnsan şaşırabilir
 Canan da bir insandır
 Canan da şaşırabilir

- İnsan kırılabilir- kalıpsız bir dil yoksa, kırılmak diye de bir şey vardır!-
 Canan da bir insandır
 Canan da kırılabilir

- İnsan aşık olabilir
 Canan da bir insandır
 Canan da aşık olabilir

- İnsan farkedebilir
 Canan da bir insandır
 Canan da farkedebilir

- İnsan "sen yapma bunu bari" diyebilir
 Cana da bir insandır
 Canan da "sen yapma bunu bari" 
diyebilir...

***

ben alışıla-gelen bir duruma etik bir soru yöneltiyorum diyen Levinas
bile yetmezdi bana
ama en açık olanın
en karaya çalışını bile görünce,
kavramlar bayım!...
kavram hırdavatçılığı,
dokunuş müptelalığı,
her türden çalan "seçimin yoksunluğu"nda
geride kalan yıpranmış bedeninle...
en çok bundan korkarım!... 
bir anlam söyle,
bin ah işit!
... ... ...
yok ben korkarım!...

7 Aralık 2012 Cuma

uyu...



"uçurum"...,
yeşilce gülümse!...

"dağ gölleri gibi hasret..."

dOStLuKsA ve aŞkSa...


*dostluk...

şaşkınlığım,
derin bir kesik olduğunda,
vazgeçtim anlamaktan...

"sizin, alınız al"dı.. inandıydım...
"morunuz mor".. oldu dayak izlerinizde..
tekmeniz tokadınıza karıştı da,
şiirinizin ezberini bozdum!
budur suçum...!
asmadığınız yerim,
çekmediğiniz bir kulak tınım kaldıysa,
buyurun!

misafirperverliğin kapı eşiği
bir tarihte_ Derrida diyor ben demedim!_
ayakkabınızla daldığınız
antrede
kaldı toprak kokusu...
"çamur"demem,
diyemem, dilim varmaz...
geçmişimde tok kalır,
ağlamaktan tıkanan çocuklar gibi,
"ama sokaklar böyleymiş,
ama sizin adınız ne"...

....

* aşk...

" diyelim ki, aşk olduğu haliyle İki'nin ortaya çıkışı,
"ikinin sahnesi". Ya çocuk? Çocuk "İki'nin sahnesi'ni bozmaz mı?, parçalamaz mı?..."


senin
selamında dondum ben ...
kaldım,
şaş-beş kendime!...
sesinde kaybolmak istedim
en.. en beter tebessümümde!
diledim ki,
bir kış masalı olayım..
diledim,
unuttukların olsun
unuttuklarım da,
hatırlayalım birbirimizde..
ama...
sen,
 başka hatırlayışlarda!
zamanda çınladı ulan
adımların,
giderken sen,
ben başımı kaldırdım
eğdiğim
yalnızlıktan!...
bana ne gerçeklik de şimdi,
ne düş...
gece oldu mu hele
paylaşılmıyor
zaten olmayan sarılışlar...
bilmezsin ki...!

"aşkım da değişebilir,
gerçeklerim de.
Yangelmişim dizboyu sulara,
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız" ... /.../...



anlattıklarımdır, sarıldıklarım...

***
öLüM...: alışmadım ben hiç birinizin ölümüne!... bu kalsın hiç yoktan!.. güzel uyu adam!...

                                                                                                      8.12.2012/ hep olsa ya aNkArA....

6 Aralık 2012 Perşembe

nokta..nokta..nokta!...






" Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanınsıra gidenden
Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından
Söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı-yavaş zamandan
Korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır, sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya
katlanmam
sevgilim..." aRaGoN

"NEYİN MUTSUZLUĞU BU?"...
: )(- : tebessüm!...
beş dakikalık bir zamanı, 
gözlerin yokladı mı?
görebilmek!.. yalnızca...
beton gibi
yığılan tarihte
elma şekerin eridi mi?
ayaklarının 
ısıtmak için birbirine yetmediği oldu mu?
bildiğini,
gecede... gündüzde...!
yüzüne çalındı mı bildiğin?
uyuyakaldığın değil,
uyuyamadığın oldu mu?
geçelim söylevlerden,
dil, kimileyince de yakalanamayandır!
ama,
tutmak yok şu zamanda!
parsel parsel yaşıyoruz,
kuru hesaplarda...!
elbet unutmak baki!.. elbet geçer de!...
yazık, geçsin dileriz, bilmediklerimizce!...
daha bir okumalı şimdi sakallı dedeyi!...

bana,
"neyin?" deme şimdi,
susarım!...
susarım,
bildiğim üç-beş gece geçsin diye..
geçtiğinde ya?
sabır başkadır,
beklemek de başka,
yakalamak da!
kavram kargaşasına
sığınmayalım!...