28 Şubat 2013 Perşembe

kişiye...




ben...
temelini
kırandan korktum da,
alçının kaba işçiliği
kalmış yazık bu zamana,
ona koştum...

bilirim,
iRlAnDa,
bilirim
hiç
bir
yeşil
affetmez beni
şimdi...


23 Şubat 2013 Cumartesi




ben...
Atinalı değilim,
ne de tİmOn...
kursakta
bırakmak,
bana
en inançsız yanımdan
yine de dokunur...

değilim...!
ama..
giderken ben,
kalacağımı bildiğince rahat
olanlara gülümsüyor,
lafını pandik gibi
bir ergenlikte sokuşturanlara söverken...
veda busesi diyenlere,
ancak bir hüzün
perdesini
aralayamadan bakabiliyorum...
benimle "son bir kez"
demekteysen..
bırak kalsın...
en azından "don bir kez"
kalıbına ihanetim olsun
inanmadığım günahlara
inat!...

ben senin
saklı odandan
bir kitap çaldım..
yerine
satırlar koydum
zaman boyu...
bırak..
kalsın..
istemem..!
en çok bu yaralar..
anla!
istemem!..
busen sende kalsın
ben,
bütün anlaşılıp da
anıştırılamayanlar adına
sırıtırım...
profili iyi olan gülümser,
sırıtanlar sa yalnızca
yere bakarken güzeldirler..

"son sözler yalnızca..." ben bir ak sakallı dede bildim!...
ona inandım!...
ondan...
yok,
son söz
henüz yok!...


eyvallah!...

17 Şubat 2013 Pazar

m_ağ_ır_a...





anlamına küsmüş
bir mağaradan,
sesinin yankısını
bekleyemezsin!

"su 100 derecede kaynar"
genellemesi
dilimize tüy dikmiş...
akıp giden su,
0 derecede donar!

hayır hayır...!
kendime kızgınlığım!...
yani,
kendime kızabileyim diye
egzersizler yapıyorum günlerdir...
sanırım umut vaadediyorum!...
narsisizm uzaktan öyle "hoş" mu
görünüyor bilmem ama
eğer bu kanıya erişmişsen,
düşünce bağının
uzaktan "boş!" olduğu kesin...
insan,
neresine sığıştırmak isterse istesin,
öfke,
en bariz değer veriştir!...
bu sefer ben,
kendime öfke tütsüleri
yakıyorum!...

bana,
- hiç sormamam bundandır!,
ve her seferinde sorman da!-

neden bunu yaptığını bilmiyorum...
"bu"...?
yeterince
didiklemeyi bilen,
bir şekilde tanıma da erişir elbet...
o zaman,
iyi-kötü
nokta atışından
bir başka kapı gıcırtısını
yaratmak mümkün olabilir!...


üzerime alındığım
dizeleri,
sarmalandım...
ayaklarım üşümedi!...
neden
"ayaklarını sıcak tut kızım"
dediklerini
anladım...
ama
ben
o cogitoya
inanmıyorum!
soyut
dizeler
ruhu sıcak bir şarabın
sarhoşluğuna sürükler...
sonra
bir "yokmuş"_luk
oluverir bedenin...
endişelenme,
kendime sövüyorum!..

ben sana,
benim bebeliğimi
çözümle diye yazmamıştım
oysa...
bunu yapabilmek için
yetiştirilen nesiller tanıyorum,
ironik olarak
ve düzenli
olarak benden daha ağır
ilaçlar kullanıyorlar!..
korkunç bir sarmal bu!..
( tamam tamam, dokunmuyorum psikanalizme!.. onlar ruh arkeologları..!)

ben bundan
anlatmadım!...
tanışamayacak kadar
kalabalıksa
zaman...
mektup yazacak
adresin de yoksa...
anlatırsın..
insan,
"şimdi ve burada"lığını
şimdi ve burada
olamıyorsa...
anlatamaz ki!..
geçmişten dem vurur!...

anlamını saklayan
bir mağaradan,
ifşa ekoları
bekleyemezsin!
en zoru,
en kolay gibi
görünen
inançtır!
insan,
inanmadan yaşayamıyor,
ama,
kulağı iyi işiten bir
Deccal
kapı arkasında
olanların,
kulak arkası edebildikleri de
azdır!...

affettiğince
utanan insanlar,
içinde en kibar
çizgileri
bozanlardır!...
belki...
bak,
belki de
ağızları bundan onca
bozuktur!...

evet,
benim de
iki ayrı değil,
iki aynı
metabolizmam
var_mış... (beden..ruh..)
bazen,
bana da dokunup
da
ağır gelebiliyor_muş
bir iki satır,
bir iki görüntü...

nasır
dediğine üretilen
ilaçlar
uyuşturucu gibi..
en sonunda,
senin tutup da
o kalın ve ölü deriyi
canlı olandan
çekip sökmen gerekiyor..!

nasır
tedavisinden
sıklıkla geçen insanlar,
az sayıda
gülümseyerek
göz kırpabildiklerinden
gayri,
donuk bakışlıdır!...
hem
gözyaşı yerine,
geniş-açıyı
tercih ederler
o deyime inat!...

anlamını
saklayan,
dil ucunda
anlatıp da anımsayamayan,
paylaşamayan
bir mağaradan,
sonsuz bir kuytu
bekleyemezsin...

o,
sonsuzca
oturabilir de,
"misafirlik" de hani
günü biçilmiş olandır...


"yoruldum" da,
"yalnızlık" kelimesi gibi,
sürekli
yağlamak gerekiyor...
allayıp
pullayıp
süslediğince mi
inandırıcıdır bazı şeyler...?

istemiyorum...
inandırıcılıktan
uzak kalan
gerçekçi unutuluşlar gibi...:

yoruldum!
kalbime inen ağrının
krizlerine
bile yetişemiyorum!...

taş
taş üstünde kalmasın,
gemim
kağıttandır,
sonu tufan değil,
telef olur
sizin ezberinizde
diyen
mağaradan,
anla ki o
tarih denen
ezberi sekmeyen
kayaları
taşımaya çalışıyordur,
Sisifos
muyum?
yoksa...
diyen
bir bulanıklıkta...

bunu,
sahi,
bunu anlayabilir misin?...

bu kadar yüklüyken...
o mağaradan..

***
boşver..
boşver...








13 Şubat 2013 Çarşamba



evim..
evim..
güzel..
evim...!

hak edilen içkinin tadı,
ve
eksik de olsa,
kavuşmalar!...: )                                  / 13.02.2013

doğduğun gün,
beklediğim gün oldu,
çocuğun oldum,
şimdi büyümüşüm
meğer,
doğmuşun tersine tersine
iyi ki
deli kız!.

...




kulağıma fısılda sen
tınını...
renkli
sesin
yollar boyu
çınlasın!...

alıntılardan bir gün...: )








" rüzgarın dağımda olsun,
 esmerliğin gecemde
 öyle kal, sana sonsuz
 sarıldığımda." / b.keskin



keşke...

10 Şubat 2013 Pazar

serv-i âzâd





donuk ama
kibardı
tanımların...
bir mürebbiyenin
uyarısında kaybolan
şevkatinin topuk sesi...

ben
bütün "den den" lerinden
geçtim zamanın!...

mevsimsiz
bir yaban çileğinin
hâr-ı edasına
takıldım...




havadar...




evi havalandırdık...
temizledik evi...
"lütfen eşyalarımı eciş bücüş önüme sermeyiniz... zamanla!..taşınmak bile zamanla..." 


silkeledik,
birikmiş kırıntılarda
bulduk birbirimizi...
yorgunluğumuza 
alkol bastık,
biz öyle işte
hep yarım yamalak,
çerez ettik 
suskunlukta bildiklerimizi...

- ben: en ağır suskunluk, sanırım en bildiğin yerden gelen sorulara dair...

ana-kuzusu olmaya ömür denen
yetmedi,
kurt kaptı,
dağın haberi yok...

"sanki fizan'a gidiyor mübarek e be..." 
küfrüne girme...
fizan dediğinin uzaklığı,
acısından olsa gerek...
ve bütün kahveler
hep Yemen'den gelirdi...

ayrılmadığını bildiğin
rahatlatır,
ve fakat...
şu şehri dönerken,
başka bir şehrin edasında 
bıraktığın da vardır elbet...
olsun,
kalbi gibi tınılar
yağsın ömrüne,
o,
aslında işte o,
seninle her yeri gezendir!...


üfürdük tozları,
şimdi,
bir filmdir
en kışkırtıcı olanı...
ömrüm kadar var olanlarca,
ben bir pazardır ya hani,
gülümsüyorum!... 

: )

                                                                                     bildiklerime!.../sevdiğimce.2013/ şubat/ pAzAr





...



http://www.yabancidiziizle.com/premium/in-treatment-1-sezon-16-bolum.html

8 Şubat 2013 Cuma

öksüz öykü...!




bir çingene kızı,
önüme arsız taşlarını yuvarladı...

bir öykü yapıştı ayaklarım altına...
ben,
defalarca kaldırım kenarına sürttüm,
gitsin,
katıp karışmasın bana diye...

"abla bakem bir falına da aydınlık yüzün şenlensin"...

takip etti,
köşe bucak
dönenip de,
kaşlarım yumuşayınca,
bacaklarıma sarıldı önce...

çocukken, "falım fallandıııı! falım fallandıııı!" diye gülümser de koşardım büyüklerin püskülü peşinden...

"şişşşşş! denmez öyle, çok ayıp!" derlerdi...

saç bağı kara ellerine süzülen güzel kız,

" sen bir klarnet tuttur... darbukanın tınısı olsun şenlik, belki şu gökyüzü aydınlanır az..."


ben o öyküye alıştım...
bile
isteye,
bacaklarımdan sıyırıp,
gönlüme koydum.
biliyordum,
anca biraz daha kalabalık,
ama yine bir yalnızlık olacaktı...
sen,
anlamaya çalıştın,
üzüntüde yakalanmaz oysa öyküler,
...
anlamadın!...

...

"ablaaaa!...abla... bakem ya..." 

...

al!_bakıntı...





birhan keskin/ "karınca" / ...

acı_çay...






öykümü gören oldu mu?

" - çay ... bir çay içelim istersen..."

aylar sonra,
o bahçenin tam ortasında,
saçıma lodos dolanmış,
saçların... uzamış...

benim saçlarım uzamadı
senden sonra...
bir şiir vardı böyle,
ona imrenmiş olacak...

son sözcüklerimiz olmadı bizim,
onun telaşından
koyamadım elimi kolumu
bir yerlere...
ondandır herhalde,
gözlerine teğet kaldım...

" eee.. ne zaman gidiyorsun?"... gülümsüyordun sorarken,
nefesin titrek....

demek istedim ben,
ben...
demek istedim ki...

ben seni çok bekledim,
bir mevsimin kıyısına
oturdum eğreti,
elimde güneşi kurumuş
yarım ısırık kağıt helva...


birileri,
bir şeyler anlatıyordu...
bir kendi parmaklarına
bir benim parmaklarıma kına çalıyorlardı...

duymuyordum ben!...
o köşeden dönecektin...
dilim kırılsın,
tek söz etmeyecektim ben...

ben,
bekledim...
en büyük cezayı kestim kendime,
tek satır yazmadan,
parmaklarımı
çıtırdatıp kıra kıra bekledim!...


"ben seni çoğalttım / sırlarım azaldı böylece"


"geçecek" dediler,
sormadılar ki oysa!
ben...
geçmesin diye günde üç kez
kaşıdım yaramı...

tırnak aralarımda biriken
kırmızılıkta bekledim
ben seni...


beni bırakmayan
bütün Leyla'ları
okudum tekrar tekrar...
duydum ki
"biz" olmayan bir şehre göçmüşsün,
ben ezberi bozuk
şu şehirde
sokak sokak,
kapaklanıp da
yüzükoyun,
seni,
bekledim...
etmedim,
inanmadığım yeminlerce
tek bir söz...

ağlarsam,
ölecektin sanki...
elinde
tentürdiyot,
pamuğa tükürüp
yaklaştı birileri...
ben
tuttuğumca
bekledim seni...


yine duydum ki,
kalbin ağarmış,
kalbim yaşlandı,
kulpsuz bir bastona
sarılıp ben,
bekledim seni...

sonra,
baktım
sevmişsin sen...
çekildim ben ömründen...
neydi o?
o,
tarifi tanımsız
ve muhakkak
vardı bir eşiği,
tarifsiz bir acıydı,
ben,
o acıda bekledim seni...

gelecek,
kimsenin anlamadığı,
anlamasına medet ummadığım
o yerden tutup,
ben seni
ben artık,
affetmek için bekledim...

bir adam omzumu öptü,
ben...
ben seni andım,
bir kaşe basıldı,
seni bedenime kilitlediler...!
ses...
edemediğimce,
ben,
bilirsin ya hani,
küfrettim...

insanın en aciz yanı,
yapacak bir şeyin olamadığı,
"geçti"
bilenlere diş geçiremediği andır!...

ben o anlarda,
seni affedebilmeyi bekledim...
yok..yok...
yazmadım tek satır yine...
yemin-miş bu ya hani,
o ekmeği öpüp de
başıma koyamayacak kadar
inançsızdım!...


sonra ben seni,
senden vazgeçişimde bekledim...
adını sevdiğimce,
ifşa etmeden durulmazmış
bu dünyanın inancı,
taner,
ben seni
kokusunu unuttuğum,
hatırlamak için
sarıldığım bir kadının
nergisinde bile
hatırlamaya utandım!...

ben seni
affedebilmek için
bekledim,
uzun sürmedi..
çile bekleyen arabeski
kaçmış çoraplara mahkum
şu zaman...

sevgilim,
dediler ki bana,
bencil olma dünya dönüyor,
yazdım...
sana yazamadığımca...
dünya yandı gün be gün,
ben de yandım...
yazdım da...

tutundum bir dala,
dalında
meyvesi varmış,
bilemedim...
oysa ben...
dindim onda...
dokunurken,
alıştım oysa...

"geçmişte mi yaşıyorum ben?"...

çocukları kırıştırdılar,
"bir varmış, bir yokmuş"
söyleminde
bitti masallar...

ben..
-miş mi geçmiş?
bilmem..
gelecek olsun dilediğimce,
sorguya çekildim...
tek-tük atan...
beklemeyi unuttuydum seni,
anlatamadım ben ona,
mecaz kaldım...

yok!
en yalancı kudretinden
sol yüzü parmağında,
tesadüf mü
bilmeliyim bunu da,
adımın baş harfi hükümsüzdür
şimdi,
öykümü gören oldu mu?
yazmışsın...
bağlamışsın...
yok!
meraklanma,
en inanmasını dilediğimin
cümleleri bile
başka bir isimde atıyor..
bana diyor,
diyor ki bana...
"geçmişte mi yaşıyorsun?"..

evet..
senini "şimdi"ye çekemediğin
fiil kiplerince..
evet...


ben seni,
bekledim,
affetmek için...
dikişi
yavşaktır,
unutmuş af deneni,
"ama dünya! ama dur bak! onca şey oluyor..."

dünyayı yaktılar!..
yıktılar..
ben utancım acı denenden...!
ben seni o utançta anlamadım!
affettim...!

merakları batsın,
yok!
beklediğim yerden anlayan olmadı!

kira kontratı bu dünya...
depozitosunu ödüyorum!...
ki sanki doldu
bugün,
sol parmağında soldu gün!...

beni-bizi
taşladıkları
yerde,
sorduğumca içtik bir kağıt
bardak çay...
zehirdir...
"geçmişte mi yaşıyorsun?"/ gülümsedin inanmadı, dinlemedi o adam beni!.../

şimdi'ye çekmedi
cümleleri beni!...

ben seni,
seni,
tenimden silsin,
üfürsün diledim biri,
o biri...
ay oldu...
bir yerlerde...
yüzüme baktın sen,
ben eğdim yüzümü...

yüzün yüzünde birinin,öykümü çalmış,
adımı...

öykümü gören oldu mu sahi?...

sen şimdi,
madem yazdın bedenine,
susma!..
hakkını ver harflerin,
gücenmesin tOpOr...

adımın baş harfi,
hükümsüzdür şimdi...







6 Şubat 2013 Çarşamba

eksik...



dinle kadın!:

sakın! sil o akmakta tereddüt eden sümüğünü!
sakın!
söylenmek değildir bildiğin elbet,
"hep berabercemiz için"dir sanarsın!..elbet ama,

yok! uyan artık...
ayıplar, kınarlar...
oturur bohçacı teyze gibi,
açıverirler perçini sivri ağızlarını
yumarlar gözlerini...

-oysa ne kadar da heybetliydi o komünal!_?_ haykırışları...

hafif aralıktan da bakarlar!
gözetlenir, gözlenirsin!...sen, "şimdiden özledim" derken..!


meğer ne çok özlü sözleri vardır, suya sabuna dokunmamış vitrinlerinde...
sakın...
duvarlara diktiler bir vakit insanları..
onları dinle..
ör kat be kat.. onları dinle..
ama sakın..
çünkü bildiğin gibi değil...!

- "eee.. hepimizin sonu bu" der...
sen öylece kalakalırsın...
"ama.. öyle demiyorduk ya hani.. hani..."
...

çek perdeni,
kornişi eksik olsun varsın...




3 Şubat 2013 Pazar

ifrazat...





adını ben,
adının sedasını
şimdi ,
adından düşen
şu mahremdir
gün,
çentik tutmaz,
lügatında
kayıptır anlamı
adımın...

"söyletmesinler derdimi",
kalsın!..
adını ben,
gazete kağıdına sararım,
kalsın...





2 Şubat 2013 Cumartesi

cürm...





"hayatı yaratan" lara ettiğin zulümle,
sen ki tarihin bir cürmüsün,
yazılacaktır yeniden!
dönen devranda
yeşeren umut*
dili sürçmeden hatırlayacaktır seni!...

*