27 Mart 2013 Çarşamba

duruşta dökülüş...







"...çünkü koşarken, ruhsal sarfiyatımı unutup, bedensel yorgunluğumda yuvarlanıp gidiyorum..." demişti.

ben dans ederken yaşamıştım bunu... ayak bileklerim öyle çok acıyordu ki, ruhsal krambımı, bedensel acının hilesinde unutuyordum...
sonra,
 uzun uzadıya birbirimizi görmediğimiz, ama gönlümüzü gördüğümüzce değil, anladığımızca birbirimizde hatırladığımız o adamı ve kendimi düşündüm yıllarca.
felsefenin tarihi de aynı menzilden, hani yemeğin salçası ve biberinden geçiyordu.

insan toplumsal bir hayvandır.
insan inanan bir varlıktır.
insan akıl sahibi bir varlıktır.
insan bilinç sahibi bir varlıktır.
insan bir açıklıktır.
...
...

karşılaşılan en yaygın soru, en kabasından "sen necisin?" di.

ben "-ci"liği reddeder bir entelektüellikte değil, "pişmedim, olmadım, olmaktayım"ında bir ısrardaydım.
platonvari bir yolun yolcusu, bedensel olanın reddiyesinde, söz konusu filozof da olsa kralcı olmadığımdan, belki felsefede de beklenen dikişi tutturamadım! pespayeliğim, salt-kavramsal olanın tıkanıklığına çirkeflikte, şu gördüğüm dünyanın-somut-soğuk-taş zeminine oturup, anne sözü dinlemedi!..

ama bir şey vardı:
o yemeğin suyunun buharlaştığı kriz anlarında, aslında her söylem, bir yerinden bir şekilde aynı çıkmaza, düşünce-eylem tutarsızlığına, bilginin iktidarına mahkum oluyordu!...
toplumsal-siyasal-felsefi olanı anlamak, öz-eleştiri bağlamında, pratiğin tadından geçiyorduysa, bütünsel olana ilişkin en yalın somutlama da, insan tekinin yaşam deneyimini nesnelleştirmesi değil miydi?

oysa bu "bireysele vuruyor, duygusallıkta kayboluyorsun" oluyordu.
marksizme göre insan düalist bir yapıdaydı, komünizmin onca değer bellediği, duygudan yoksundu da, ben mi bilemedim? ... -belki de...
ben, sen değilim! ve olmak zorunda da değilim! üstelik olmak, olanaklardan, tarihsellikten geçiyordu ya hani...
hani şu koca ve renkli puntolarla, özene bezene yazdığımız, hatırlatmak için bin-parçalandığımız, -ız ı, -ım ı da atalım, gömüp gömüldüğünüz, faşizme karşı yine de direndiğiniz bir "öteki" vardı ya hani.. "ö-t-e-k-i-l-i-k"...

yolu paylaşmakla, aynı yolu aynı sözlere, aynı adımlara, aynı dillendirmeye dökmek, aynı şeydi de..ben mi bilemedim?
"başka türlü bir iletişim"i, belki de en çok, biz birbirimize kapatmadık mı?
eleştiri güzel şeydir! deyip, eleştirildiğimizde, egosantrik halvetimizle, en güzel totolojilerde, bir adım yanaşmayı, yan-a yer açmayı bilemeyen de aynı biz değil miydik?

geçmişte kalabilseydim, kendime ayırdığım yer sanırım bu olmazdı. "SEN"e hiç çarpmamış olurdum. Geçmişi taşımayan "an"ın diem'i de olamadım!... "bir tarihim var"dı benim...

çarpıp durduğum, çarpmaktan da keyif aldığım; ancak kobay'lık halini aldığında da incindiğim- bir ruhum ve duygu bağlamım da var benim!- çözümlemelerin sürüklenişinde soluklanmak istedim. bu soluklanıştaki hızlı-bilinç akışının sorgulamalarını da, bir beyanat, bir kişisel gönderimden ziyade, genel sorgulamalar olarak kayıtlara geçirmek istedim yalnızca... - "git o zaman defterine yaz!"... itirazınız kabulüm olsun...

"toplumsal" addettiklerimizle, özel-öznel muhafazakar varoluşsal açıklamalarımız elbet bir sentez olabilir.
ancak,
insan, koşarken durabilmeyi, dans ederken ara verebilmeyi bilmeli...
bir boy aynasından ya da bir arabanın camındaki yansımadan da ziyade, "öteki"nden de kendine bakabilmeli.. öz-bilinç kurulumundaki öykünün sesi..
öbür türlü, tek sesli bir kuruluk, ezgilere bürünemiyor...

***

üretmeyi bir başkası ve kendi duygu alanımda aşil topuğu kıldığımda, sancıları da, bedensel-duyumsal bir varlık da! oluşumu da ertelemek, farklı bir iktidarı hatırlatıyor... sonra insan, istemsizce de olsa durakaldığında karşılaştığı birikmişlik, o hatırlayış, neresine çimdik atarsa atsın, dağıtamayacağı, erteleyemeyeceği bir kramp oluveriyor..

***
dokundum!...
senden geçtim...
eline titrekçe
sarıldım!...
ben! yaptım...!
ve buradaydım!
çekildim.. ve izledim...
beklemek değil,
ya da gitmek,
unutmak değil!
durdum!
tarihe bir anlam çentiği iliştirmek istemeseydim,
"sen"e hiç çarpmamış olurdum!...

***
ve
gün... 27 mart..:  ...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder