3 Aralık 2012 Pazartesi

aN_La...





Dokunurum
her dem sana da,
anla
yüzüm kalır.
acı döller kurutmuş
beşiğinde,
nenem yok.

mihr-ü mahım oldun
bilmeden ben,
ben bilemeden
sen, kulağıma
üflenmiş söz
anla…

konuşmak mıdır
söylemek hep?
yüzün bükme şimdi,
müphemlik kalsın
tarih öldü bilenlere!
kelimelerimin,
çentiğine merhem yerine,
nasır olmasından korkarım!
yüzün mahremdir ya şimdi
kısır “hulk”ta,
bilmez düşmeyi de zaman,
hep bir “denk gelemeyiş”,
hep bir “ertelenen bekleyiş” olarak kalır.
işte bundan,
sahihliğimin,
hadsizlik olmasından
korkarım da
örtünür kelimeler.

yüzün çarpınca yüzüme,
eşsesin olunca
atan yanım,
anla ki ben
pir-ü pak
bir sızıolur
kalırım.

                                                                                                               
“…ama ilk günahtan sonra tanrının kelamı toprağı lanetleyince doğanın görünümü tümüyle değişir. Doğanın öteki dilsizliği başlar; işte doğanın kederinden söz ettiğimiz zaman kastettiğimiz budur. … Doğa yakınacaktır. Ama yakınmak, dilin en güçsüz, en farklılaşmamış ifadesidir; neredeyse duyusal bir soluktan ibarettir; yalnızca bitkilerin hışırdadığı yerde bile daima bir yakınma duyulur. Doğa dilsiz olduğu için yas tutar. … Doğayı dilsiz kılan, onun yasıdır.”    
                                                                                                _ w.benjamin, “Son Bakışta Aşk”…

4.12.2012/aNkArA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder